Sendikamız Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın, Evrensel Gazetesi'nin sürdürdüğü “KÜRT SORUNUNDA NASIL YAPMALI?” yazı dizisinin 24 Haziran 2010 tarihinde yayınlanan bölümünde Erdal İmrek'in sorularını yanıtladı. Öztaşkın ile yapılan söyleşiyi yayımlıyoruz.
Son günlerde artan ölümlerle birlikte Kürt sorununda gerilim yeniden tırmandı. Sorunun çözümü için 30 yıldır sürdürülen tutumda ısrar eden askeri, sivil yetkililer, cenaze törenlerinde hamasi söylemlerini tekrarladılar ve bir kişinin daha ölmemesi için kıllarını dahi kıpırdatmayacakları mesajı verdiler. Onların yanı sıra sorunun çözümünde oldukça önemli bir yer tutabilecek olan birçok sendika da ‘Teröre lanet, şehitlerimize rahmet, teröre karşı mücadele tek terörist kalmayıncaya kadar sürecektir’ yönlü sözlerin ötesine geçmeyen açıklamalar yaptı. Ancak bu tür söylemlerin, sorunun çözümüne en ufak bir katkı sunmadığını bilen ve buradan hareketle ölümlerin son bulması için sorumlulukla, hükümeti ölümleri durdurmaya çağıran az sayıda sendika da oldu. Bunlardan biri de Petrol-İş Sendikası’ydı. Sendikanın Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın’la, artan gerilimi, Kürt sorununda gelinen aşamayı, hükümetin niyetlerini, sendikaların sorun karşısında aldığı tutumu ve çözüm önerilerini konuştuk.
‘Artık analar ağlamasın, sorunu demokrasiyle çözeceğiz, iyi şeyler olacak’ söylemiyle ilan edilen ‘açılım’ sürecinden, çatışmaların derinleştiği, ölümlerin arttığı günlere geldik yeniden. Sizce hükümetin niyeti neydi? Neden işler bu noktaya geldi?
Kürt sorunu, Türkiye’nin en temel sorunlarından birisi. Bu sorun toplumsal barışı sürekli tehdit etmekte; işçi sınıfı ve sendikal mücadelenin önünde de ciddi bir engel oluşturmaktadır. Çünkü bu sorun çözülemediği sürece, Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasiden, işçi hak ve özgürlüklerinden ve yeni kazanımlardan bahsetmek kolay değil. Dolayısıyla biz bu sorunun demokratik yöntemlerle çözümü konusunda sendika olarak her zaman bir irade ortaya koyduk. Açılım fikrini destekledik. Ancak ne yazık ki, hükümetin ortaya koyduğu açılım, boş sözler ve vaatlerin, siyasi rant toplamaya yönelik söylemlerin ötesine geçmedi. Oysa toplumsal bir uzlaşı aranarak, çözüme ilişkin ciddi bir proje ortaya konabilirdi. Toplum barışa hazırdı. Toplumun büyük bir kesimi, bu sorunun demokratik yöntemlerle çözümünden yanaydı. Fakat hükümet bu süreci yönetemedi ya da yönetmek istemedi. Ne yazık ki yeşeren umutlar, açılımın boş çıkmasıyla yerini hayal kırıklıklarına bıraktı. Bu hayal kırıklıklarının sonucunda Türkiye yeniden çatışma ortamına girdi. Ve bugün toplumsal barış çok ciddi bir tehdit altındandır. Maalesef ayrışma kültürünün sürekli körüklendiği bir noktaya gidiyoruz.
En son Hakkari’de yaşanan ölümlerin ardından gerilim yeniden tırmandı. MHP, OHAL uygulamasına yeniden dönülmesini, idam cezasının yeniden getirilmesini istiyor; güvenlik zirveleri toplanıyor, sınır ötesi operasyondan, yeni ek önlemlere kadar birçok şey tartışılıyor. Siz bu tartışmaları nasıl yorumluyorsunuz?
Bildik yöntemlerle sorunun çözülemeyeceği artık açıktır. Olayı sadece bir güvenlik sorunu olarak görerek, bu sorunu çözmek mümkün değil. Yıllardır aynı yöntemler uygulanıyor, eğer böyle çözülebilecek olsaydı zaten çoktan çözülmüş olurdu. Ama işte, şiddete dayalı politikalarla çözülmüyor. Ancak barışa endeksli politikalarla çözülebilir sorun. Dolayısıyla yeni şeyler söylemek gerekiyor artık. İktidar, muhalefet, bölgenin siyasi temsilcileri, herkes taşın altına elini koyarak bu işi demokratik kurallar çerçevesinde, barış ve kardeşlik ekseninde çözmek durumundandır. Bizim sendika olarak temel yaklaşımımız, ülke bütünlüğünden taviz vermeden; demokrasiyi, barışı, eşitliği, özgürlüğü ve kardeşliği merkezine alan politikalarla Kürt sorununun çözülebileceğidir. Çözümde emeğin birleştirici gücü mutlaka dikkate alınmalıdır.
Emeğin birleştirici gücü dediniz. Biraz açar mısınız?
İşçiler, emekçiler; dil, din, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin ortak çıkarlar için mücadele eder. Emeğin bu birleştirici gücü, Kürt sorununun çözümünde de bir anahtar olacaktır. Biz işyerlerinde yan yana, kol kola çalışıyoruz. Ortak çıkarlarımız için gerek sermayeye, işverenlere karşı, gerek bu düzene karşı ortak çıkarlarımız doğrultusunda hareket ederiz. Bu meseleyi de bir ortak sorun haline getirmeliyiz. Bu sorun çözülmeden işçi hak ve özgürlüklerinin gerçek anlamda gelişemeyeceğini çok net bir şekilde görmek zorundayız. Sendikaların işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele ruhunu sorunun çözümüne yansıtan bir politika sergilemeleri gerek. Sadece ölümlerden sonra birtakım şoven, ırkçı söylemlerle, birtakım suçlamalarla bir yere varmamız söz konusu olamaz.
İşçi ve emekçilerin kazancı da Kürt sorununun çözümünde dediniz. Oysa birçok sendikanın, Kürt sorununun üzerinden atlamayı ya da bugüne kadar çözüm getirmeyen devletin resmi diliyle konuşmayı tercih ettiğini görüyoruz. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
Bunu ülkede estirilen rüzgara ve izlenen resmi politikaların sendikalara yansımasına bağlayabiliriz. Sendikaların ülkenin temel sorunlarına yönelik ciddi çözüm önerileri ortaya koyduklarını söyleyemeyiz. Bu, sendikaların şu anki yapılarıyla, politikalarıyla ilgili. Kendi gücüyle bu koltuklarda oturamayanların; birtakım siyasilerin, iktidarın desteğiyle sendika koltuklarında oturtanların, iktidardan, sermayeden bağımsız politikalar ortaya koymaları mümkün değil. Tabii ki terörü lanetliyoruz. Ölenler bu ülkenin çocukları, onlar bizim şehitlerimiz. Ölen herkesi düşünmek gerekir. Sonuçta bu topraklar üzerinde doğmuş büyümüş, bizim insanlarımız ölüyor. Unutmayalım ki, Kürt anası da Türk anası da anadır. Acı herkesin acısıdır. Hamasi söylemlerle, milliyetçilik kokan, şovenizm kokan söylemlerle bu işler çözülmüyor.
Son dönemlerde çok kanlı bir sürece girme tehlikesiyle karşı karşıya kalınabileceği uyarıları çokça yapılıyor. Sizin önümüzdeki döneme dair nasıl endişeleriniz var?
Giderek şiddet ve çatışma ortamının arttığı açık. Silah ve şiddetle sorunlar çözülemez. Şiddet ortamı ortadan kalkmadığı, silahlar susmadığı sürece çözüm olmaz. Dolayısıyla ilk yapılması gereken; şiddete son verilmesi, silahların susmasıdır. Bu, barış ve demokrasi savunucularının; Kürt sorununun eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde çözülmesini savunanların da elini güçlendirecektir. Atılan bombalar ne yazık ki barış savunucularının da ayağının dibinde patlamaktadır.
Silahların susmasından, devletin operasyonları durdurmasını da kastediyorsunuz sanırım…
Her türlü şiddetin, silahın susması ve hızla çözümün demokratik zeminde aranması gerektiğini söylüyorum.
Başbakan son grup toplantısında, ‘açılım’ın kararlılıkla sürdüğünü, demokratikleşme yolunda karalılıkla yürüneceğini söyledi...
Valla açılım sürmüyor. Ortada bir açılım yok. ‘Açılım, açılım’ diyip ortaya somut projelerin konmaması, yeni hayal kırıklıkları yaratıyor. Hatta tırmanan şiddet ve çatışma ortamına da esas olarak bu tutumun zemin hazırladığını düşünüyorum. Yoksa ortaya bir proje konmuş olsaydı, herkes buna katkı sunacaktı. İktidar, içi doldurulmayan ve topluma sunulamayan bir projeye destek arayışı içinde. Açılımı eleştirenlere ‘demokrasi düşmanı’ diyor. E, siz demokratik yöntemleri ortaya koydunuz da, demokrasiyi yerleştirmek için çaba sarf ediyorsunuz da, bizler mi buna engel oluyoruz? Anayasa tartışmalarında toplumun hangi sorunlarını çözdünüz de anayasa değişikliklerine karşı çıkan kesimleri demokrasinin önünde engel oluşturmakla suçluyorsunuz?.. Tam aksine, iktidarın ortaya koyduğu tavır antidemokratiktir. Öyle demokratikleşme gibi, toplumun temel sorunlarını çözmek gibi bir düşüncesi yok. Söylemlerle siyasi rant elde etme çabası dışında hiçbir şey yok.
Başbakan ne yapmak istiyor? Bu sorunları nasıl çözmeyi tasarlıyor sizce?
Sorunu başka yöntemlerle çözmek istiyor herhalde. Toplumsal birliktelik yerine, cemaat birliktelikleriyle çözmeye çalışıyor. Oysa oradaki beklentiler bunlar değil. Kimlik sorunları var, kültür talepleri var. Başkaca talepler var. Ve bunlar bir insanın sahip olması, hatta savunması gereken en temel talepler. Bunların hepsini bir tarafa bırakıyor. Bu sorunları demokratik yöntemlerle değil, başka yöntemlerle çözmek istiyor.
Kürt meselesi nasıl çözülür sizce? İlk atılması gereken adımlar neler olmalı?
Öncelikle silahların susması, şiddetin son bulması; barışın, politikaların merkezine alınması gerek. Burada toplumsal bir uzlaşı gerekiyor. Bunu sağlamanın temel koşulu, siyasi uzlaşmayı sağlamaktır. Bunun için de bir diyalog mekanizması oluşturulması gerek. Fakat bu bir türlü sağlanmıyor. Siyasette de çatışma kültürü benimseniyor. Ve bu sorun üzerinden siyasi rant elde etme, oy toplama yarışına girişiliyor. Siyasi partiler soruna böyle baktığı sürece, işimizin kolay olmadığını, giderek toplumda ayrışma ve çatışma kültürünün yerleşeceğini düşünüyorum. Öyle göstermelik terör zirveleri, Cumhurbaşkanı öncülüğünde birtakım liderler zirvesiyle bu sorunu çözemezsiniz. Siyasette birleştirici bir üslubun tutturulması ve çözüme ilişkin bir iş birliği ve diyalog mekanizmasının acilen oluşturulması gerekir.
Sadece parlamentodaki partilerin kendi aralarında sağlayacağı bir diyalog ve uzlaşıdan mı söz ediyorsunuz? Yoksa devletin, sorunun en önemli muhatabı PKK’yle bir uzlaşı ve diyalog yolunu açmasını da mı kastediyorsunuz?
Meşru zeminde siyaset yapan herkesi kastediyorum. Parlamento içinde ve dışında partiler var. Tüm bunların toplumsal, sınıfsal bir tabanları var. Meşru zeminde siyaset yapan herkesin bu meselenin çözümüne ilişkin diyalog ve iş birliği içinde olması gerektiğini düşünüyorum.
Çözüm için sendikalara ne sorumluluk düşüyor?
Bir ülkede huzur ve barış ortamı yoksa, toplumsal barış yoksa, o ülkede işçi hak ve özgürlüklerinden söz edilemez. Dahası, var olan işçi hak ve özgürlükleri de ciddi tehdit altındadır. Her an kazanılmış birtakım hakların elimizden alınması, kısıtlamalara gidilmesi muhtemeldir. Hatta hükümetler, bu gibi ortamları fırsat bilip, emekçilerin kazanımlarını budama ve onları daha da yoksullaştırma stratejilerini her zaman izlerler. Bir kere sendikalar bunun bilincinde olmak durumundadırlar. Çatışma ortamlarından sendikalara, emekçilere, işçilere hiçbir fayda yoktur. Sendikaların olaya bu şekilde bakmaları; konfederasyonların ve özellikle de Türk-İş’in, toplumsal barışın sağlanması, şiddetin son bulması ve Kürt sorununun çözülmesinde aktif bir rol oynaması gerekir. Hatta bu konuda toplumsal muhalefetin odağı, öncüsü olabilecek birtakım politikalar izlemesi gerekir. Aksi halde, işçileri ve emekçileri daha da zor günler beklemektedir. Başta kıdem tazminatı olmak üzere birçok hakkımıza göz dikilmiştir; bu haklarımızın gasp edilmesi için fırsatlar kollanmaktadır. ‘Ne yapalım, ülkede terör var’ deyip bu haklarımız budanabilir. Bunun bilincinde ve farkında olmamız gerek.
HERKES AKLINI BAŞINA ALMALI
Sendikanıza üye işçiler arasında son gelişmelerin bir yansıması oldu mu? Türk ve Kürt işçiler arasında herhangi bir gerilim gözlüyor musunuz?
Yok. Hayır, hayır. Böyle bir sorun yok. Sendikamız üyeleri içinde kardeşlik duygusu hakimdir. Ama tabii ki bu olaylar yavaş yavaş önyargıların oluşmasına neden olabiliyor. Bunun hiç olmadığını söylemek de son derece yanlış olur. Hem önyargılar oluşuyor, hem de kaygılar artmaya başlıyor. Bunun derinleşmemesi için sorumlu herkes aklını başına almalıdır. Aksi halde Türkiye’yi iyi günler beklemiyor.
FİLİSTİN’İN VE TÜRKİYE’NİN GAZZESİ
Gazze’ye giden gemilere İsrail saldırısı gündemdeydi uzun süre. Başbakan yaşananları bir iç politika malzemesine dönüştürdü ve günlerce Filistin direnişine ilişkin duygulu konuşmalar yaptı. Bu dönemde birçok kesimden Başbakan’a, ‘Peki bizim Gazze’miz ne olacak’ sorusu yöneltildi ve çifte standart eleştirileri yapıldı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Filistin’de bir halk ezilmektedir. Orası işgal altında. Elbette bizim işgal altında olan insanların özgürlüğünü istememizden, onların yanında olmamızdan daha doğal bir şey olamaz. Ama Filistin’e ve Gazze’ye gösterdiğiniz hassasiyeti kendi ülkenizde de göstermeniz gerekir. Evet doğrudur, Gazze’de çocuklar ölmektedir, cezaevlerine atılmaktadır. Ama bunlar Türkiye’de de olmaktadır. Dolayısıyla sizin karşı olduğunuz şeylerin benzerleri kendi ülkenizde de yaşanıyorsa, siz ancak bunları ortadan kaldırmak için adımlar atarsanız inandırıcı olursunuz. Bu adımları Türkiye’de atmazsanız inandırıcı olamazsınız. Bu nedenle bence nasıl ki açılım meselesinde hamaset yapıp siyasi ranta, oya yönelik bir strateji izleniyorsa, Filistin meselesinde de bu strateji izlenmektedir. Giderek azalan kamuoyu desteği bu şekilde sağlanmak isteniyor.