PETROL-İŞ 28. GENEL TEMSİLCİLER KURULU'NDAN KADINLAR:

 

"KADINIZ, GÜÇLÜYÜZ,

SENDİKALIYIZ"

 

Geçtiğimiz Kasım ayında Antalya'da gerçekleştirilen 28. Genel Temsilciler Kurulu'na, temsilci kadınların yanısıra Flormar'da direnen ve direnişçileri temsilen gelen kadınlar da yer almıştı. Gerçekleştirdiğimiz söyleşide kadın işçilerin yaşadığı sıkıntıları, sendikalarda kadın olmayı, Flormar direnişini konuşmuştuk. Kadınlar, sendikalarda kadın katılımının daha fazla olması ve daha sık biraraya gelinmesi gerektiği konusunda hemfikirdi.

Söyleşi: Selgin Zırhlı Kaplan

Genel Temsilciler Kurulu'na katılan temsilci ve Flormar direnişçisi kadınlarla biraraya gelerek sohbet etme olanağı bulmamız büyük bir şans oldu. Her konuşmada, daha önce konuşulmamış pek çok konunun konuşulması bu sohbetin en büyük faydalarından biri oldu. Petrol-İş'li kadınlar, çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunları dile getirdiler, daha eski olanlar, yeni olanlarla deneyimlerini paylaştılar. Kadın olarak dayanışmanın, biraraya gelmenin önemine işaret ettiler. Sohbetin sonunda, bundan sonra daha sık biraraya gelinmesi gerektiğinde herkes hemfikirdi.

Söyleşide Petrol-İş'li kadınlara iş yaşamında kadın olarak ayrımcılığa uğrayıp uğramadıklarını, çalışmaktan kaynaklı sağlık sorunları, meslek hastalıkları yaşayıp yaşamadıklarını, bu konuda nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda bilgi sahibi olup olmadıklarını sorduk. Anlattıklarından yola çıkarak, bu konuda daha yapılması gereken çok şey olduğunu söyleyebiliriz.

 

Kendinizi tanıtır mısınız? Nereden katılıyorsunuz, ne iş yapıyorsunuz?

İsmim Ebru Er. Petkim işyeri temsilcisiyim. 27 yıldır bu şirkette çalışıyorum. Biri 23, biri 14 yaşında iki kızım var. 2005 yılında eşimden ayrıldım. O zamandan bu zamana hem hayat mücadelesini hem sendikal mücadeleyi bir arada yürütmeye devam ediyorum.

İşyerindeki göreviniz nedir?

Petkim'de revirde odyolog olarak çalışıyorum, işitme testleri yapıyorum. Fabrikalarımız gürültülü olduğu için o ortamda çalışan arkadaşlarımızın kulak sağlığıyla ilgileniyorum.

Sizi tanıyalım?

İsmim Ayşe Güldali. 11 yıldır Flormar'da operatör olarak çalışıyordum. Sendikaya üye oldum diye işimden edildim. 15 Mayıs'tan beri direniyoruz. Petrol-İş'in bu kurula katılma fırsatı vermesi çok hoşumuza gitti. Her konuşmada Flormar direnişinden söz edilmesi bizi çok memnun etti. İnşallah hep beraber kazanıp Flormar'a gireceğiz.

Kaç yaşındasınız, evli misiniz, çocuğunuz var mı?

33 yaşındayım, bekârım. Annem ve babamla beraber yaşıyorum. İşsizim, direniyorum. 

Siz de kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Fatma Atılgan, ben de 11 yıllık Flormar işçisiydim. Ben de aynı arkadaşım gibi, sendikaya üye olduğum için 132 arkadaşımla beraber işimizden olduk. Şu an direnişteyiz, bir işimiz yok, ama hayırlısıyla bu işin sonuçlanacağına inanıyoruz.  

Sizin göreviniz neydi?

Ben ruj dolumda sorumlu olmuştum, iki ay ancak yapabildim, sonra da çıkışımızı verdiler.

Evli misiniz?

Hayır, bekârım. Annem babam yok, tek yaşıyorum.

Sizi tanıyalım?

Ben Cansu Güneş. Flormar'da altı yıl çalıştım. Arkadaşlarımın dediği gibi, sendikaya üye olduk, işten çıkarıldık. Oje bölümünde, üretimde çalışıyordum, makinede dolum yapıyorduk. Bekârım, ailemle yaşıyorum. Ailem beni destekliyor, her zaman arkamdalar. İnşallah sendikalı bir şekilde içeri girip çalışacağız.

Siz kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Tülay Turan, 36 yaşındayım, bir çocuk annesiyim, eşimi kaybettim. Veritas Otomotiv'de çalışıyorum. Herkesten önce, hiç olmayacak bir şeyi başardık, bir ay içinde sendikalı olduk. Mutluyuz, alamadığımız haklarımızı aldık. Petrol-İş'e teşekkür ediyoruz, her zaman arkasındayız, onların da her zaman arkamızda olmalarını istiyoruz.

Siz ne iş yapıyorsunuz?

Kalite kontrolcüyüm. Veritas Otomotiv'de BMW, Audi gibi yabancı araba firmalarına kauçuk parçaları çıkartıyoruz. Kalite kontrolünü yapıyoruz. Üretimdeki arkadaşlar genellikle erkek, kadınlar da var.

Size dönelim tekrar, nasıl temsilci olduğunuzu anlatır mısınız?

Ebru Er: Ben çok uzun yıllardır, dediğim gibi 27 yıldır bu şirkette çalışıyorum, her zaman sendikal mücadelenin içindeydim. Her zaman da sadece mücadelenin içinde olmak değil, bana düşen bir görev varsa bunu yapma niyeti ve isteğindeydim. Ama ülkemizde olduğu gibi şirketimizde de erkek egemenliği hakim olduğu için hep bir şekilde ya önünüz kesiliyor, ya o işi yapmanız istenmiyor, ya da 'sen olmasan da olur' şeklinde bakılıyor. Dolayısıyla yıllarca mücadele edip her gittiğim platformda bunu dile getirip en sonunda da "sizinle olmasa da kendi başıma bu işi yapacağım" diyerek bu sene nihayet temsilci seçilebildim.

İşyerimizde 1950 civarında üyemiz var, bunun 25'i kadın. Temsilcilik zamanı bütün kadınların desteğini aldım, ki bunu da dile getirdikleri için biliyorum. Sonuçta belki hemcinslerimizden birinin yolu açılsın diye yaptılar, bu arada erkek arkadaşlarımızın da çoğunun oyunu aldım. Çünkü 8 temsilci seçecektik, ben ikinci sırada seçilip girdim.

Siz nasıl sendikalı oldunuz, süreç başladıktan sonra neler yaşadınız kısaca anlatır mısınız?

Ayşe Güldali: Bir sene önce bu süreci başlatmıştık. İmza olarak başlattık, imza toplayalım, sendikaya üye olalım diye. Bunu işverene bildirenler oldu. O zaman bu mesele kapanmıştı, kağıdı yırttık attık, vazgeçtik. Daha sonra, her sene olduğu gibi işverenin vaatleri vardı, "önümüzdeki sene çok iyi olacak" diye. Ayrıca, otelde kokteyl şeklinde toplantılar yaparlardı bizimle, nasıl büyüdüklerini, cirolarına ciro kattıklarını anlatırlardı, slayt gösterileri oluyordu ve hiçbir slaytta mavi yakalı yoktu, sadece kendilerini anlatıyorlardı, nerede mağaza açtıklarını. Bunlar da birikti artık, Ocak ayına kadar sabrettik, Ocak ayında zamlara baktığımızda hiçbir iyileştirme olmadığını gördük. Ben 11 senedir orada çalışıyorum, 9 senedir de operatörlük yapıyorum, bana verdikleri zam 30 Lira, çocuğa harçlık olarak verilmez o para.

Çoğu arkadaşımız aynı durumda, 15-16 senelik çalışanlar var, çoğu asgari ücretle çalışıyor. Bize bu kadar değer verdiklerini düşünerek "neden başkaldırmıyoruz, neden korkuyoruz" dedik. "Artık bir şey yapmalıyız" dedik. Sendikaya üye olmaya karar verdik.

Biz ilk atılanlardan değiliz, Ocak-Şubat aylarında altı yedi arkadaşımız atıldı, ikisi kadındı, diğerleri erkek, çünkü bu işi erkekler başlatmıştı, onlar "erkekleri işten atarsak kadınlar korkar, siner, geri çekilirler" diye düşündü. Ama biz çay saati, yemek saati, hiçbir fırsatı kaçırmadan birbirimizi üye yaptık. Birbirimize destek çıktık ve böyle bir şeye baş koyduk. Sağolsun işverenler de hepimizi kapıya koydular.

Baskı da gördük, ben çıkartılmadan bir hafta önce gece vardiyasındaydım, 11 senedir orada çalışıyorum, o güne kadar görmediğim müdür, görmediğim insan kaynakları sırf çay saatinde arkadaşlarımıza destek verdik, alkışladık diye gece saat birde işyerimize geldiler. Makine makine dolaşıp hal hatır sordular. Biz bu insanlara normalde ulaşamıyoruz. Bir sıkıntımız olduğunda, bordromuzda bir sorun olduğunda arıyoruz, telefonlara cevap verilmiyor. Bize verdikleri e-posta adresleri vardı, onları bile kapattılar.

Destek verdiğimiz için gece birde geldiler, üretimden bizi aldılar, saat dört buçuk beşe kadar bizimle toplantı yaptılar hiç yüzünü görmediğimiz insanlar. Demek ki bizimle biraraya gelebiliyorlarmış, ama kendi çıkarları için.

Siz neler yaşadınız, hangi aşamada katıldınız sürece kısaca anlatır mısınız?

Fatma Atılgan: Arkadaşımın da anlattığı gibi, zaten maaşlarımızdan memnun değildik. Ayrıca eşit işe eşit ücret alamıyorduk. Mesela operatörler olarak aynı işi yapıyoruz, ama işe yeni başlayan bir operatör bizden fazla alıyordu, 1800-1900 Lira veriyorlardı ama 15 senelik elemana asgari ücret veriyorlardı. Ve yeni başlayanı o kişinin yanına getirip işi ona öğreteceksin diyorlardı. Arkadaşlarımız da onların maaşını öğrenince, "ben burada yıllardır çalışıyorum, niçin ben operatörlük yapmıyorum da dışarıdan bir operatör alınıyor" diyorlardı.

Neden sizce öyle bir yola başvurdular?

Bence "bunların tazminatları var, zaten ne verirsek gitmeyecekler, mecbur duracaklar" diye bakıyorlardı. Çünkü çoğu insan bizim gibi 10 senelik, 15 senelik olduğu için bir de kadın olduğumuz için sindirmeye çalışıyorlar. Erkeklere de daha fazla ücret veriyorlar. Ben bunu birebir amirime de sordum. Aynı işi yapıyorum mesela, konu olan erkek çalışan da sene olarak benden daha az çalışmış, ben ondan 6-7 yıl daha fazladır çalışıyorum, ama erkek çalışanlarla 200-300 Lira fark oluyor aramızda. Sonuçta yaptığımız iş aynı, sene olarak bakmıyorsan en azından yaptığımız işe bakacaksın, sonuçta ben de ağır iş yapıyorum.

Bütün bölümlerde geçerli mi kadın-erkek ücret farklılığı?

Evet, bütün bölümlerde var. Erkeklerde fark var, biz bunu sorduğumuzda bize amirimin cevabı şu oldu, 'erkek ev geçindiriyormuş, tabii ki kadınlardan fazla alacaklarmış'. Sonuçta ben de ev geçindiriyorum, illa ki erkek olmam gerekmiyor. Aynı işi yapıyorsam işime göre paramı vereceksin. Cinsiyete göre ayrım yapmaması gerekiyor. Bu sebepten dolayı biraz tartıştık, kaç defa gittik, maaşlarımızda iyileştirme yapılmasını istedik. Her seferinde söz verdiler, vaatte bulundular. Bazılarımızı tehdit ettiler, "beğenmiyorsanız kapı orada" dediler. Veya "sizin yerinizi değiştiririz" dediler. Sürekli tehdit altında çalıştık yani.

İzin istiyoruz, bize gelince "izin veremeyiz işler çok yoğun diyorlar", ama bir erkek bir hafta kafa izni alıp gelmeyebiliyordu. Biz istediğimiz zaman bize engel oluyorlardı, sürekli böyleydi. Artık buramıza gelmişti. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini de gördük, arkadaşlarımızla beraber örgütlenmeye başladık. Başta 12 arkadaşımızı çıkardılar, onları çıkarınca biz de arkalarında durduk.

Siz neler yaşadınız?

Cansu Güneş: Arkadaşımızın bahsettiği gibi, orada kadına değer verilmiyordu. Mesela benim çıkışım gece vardiyasında oldu, Ramazan ayıydı. Bölüm bölüm gezdiler, biz parmak basarak çıkıyoruz, "parmak basılmayacak" dendi, bölüm bölüm gezerek bizi tehdit ediyorlardı, "parmak basmadan, arkadaşlarınızı görmeden direkt servislere bineceksiniz" diye. Sonra biz sabah çıkarken parmaklarımızı bastık, arkadaşlarımızın yanına gittik. Akşam tekrar geldiğimizde gecenin bir yarısı bizi kapının önüne koydular. Orada çalışanların çoğu kadın, erkek arkadaşlarımız da var ama çoğu kadındı. Kozmetik fabrikası, kadınlara üretim yapıyorsun, ama kadına değer yoktu.

Eve dönüşünüz nasıl oldu peki geceyarısı çıkınca?

Servis geldi, servisleri çağırdılar, kimisi taksiyle gitti, kimisini servislerle gönderdiler. Ramazan ayında ve gecenin bir yarısı nasıl insanları kapının önüne koyabiliyorlar? Saat on, on bir suları ve kapıdasın.

Sizin sendikalı olma süreciniz nasıl başladı, neler yaşadınız kısaca anlatır mısınız?

Tülay Turan: Altı yıldır Veritas Otomotiv'de çalışıyorum. Beş yıl önce bu işe kalkıştık, başarılı olamadık, çıkışlarımız oldu, 17 kişi birden çıkarıldı. O zaman 90 kişi bir mevcudumuz vardı, üye olanları da gidip geri aldığı için mecburen geri durduk. Sonra aradan 5 yıl geçti, yılbaşıydı, büyük bir zam bekliyoruz, sonuçta ağır sanayi yaptığımız iş. Kafa olarak da beden olarak çok yoruluyoruz. Beklediğimiz zammı alamadık, artı iki ikramiyemiz var, ikramiyemiz fikslendi.

Ne demek ikramiyenin fikslenmesi?

Asgari ücret alıyoruz, ikramiyeyi de asgari ücret olarak alıyorduk. Bu sefer asgari ücretin yarısı verilecek, zam yok dendi. Maaşımıza da biz asgari ücretle çalışmıyoruz diye zam verilmedi. Yani yüzde 7 bir zamla kapatıldı.

Bunun üzerine ne yaptınız?

Biz de o gün karar verdik. Vardiya amirimiz Yılmaz bey vardı, karar verdik, onu çıkardı hemen ertesi gün bilgi gitmiş işyerine zaten. Ama biz direndik, o da bizimle birlikte direndi, başardık sonunda.

Temsilci olmaya nasıl karar verdiniz?

Temsilciliğe aslında aday değildim, sonradan karar verdim. Bir ay kala karar verdim. Buradayız işte, memnunuz, başardık. Tek amacımız kaldı, amirimiz bir tek o dışarda kaldı, onu içeriye almaya çalışıyoruz, o da mahkemede.

İşyerinizde kadınlara ayrımcılık uygulandığını düşünüyor musunuz?

Bizim işyerimizde kadın-erkek ayrımı yok. Hatta kadınlara daha çok değer veriliyor, hep saygılı konuşuluyor, saygıda kusur edilmez. Müdürümüz de bizimle hanımlı beyli konuşur, o konuda gerçekten memnunuz.

Erkeklerle ücretleriniz eşit mi?

Kalite Kontrol'ün işi biraz daha rahat olduğu için daha az alıyor. Ama aynı işi yapan kadınlarla erkekler eşit ücret alır. Mesela üretimin maaşı bizden 100 Lira farklıdır. Ona da biz razı geldik çünkü onların işi gerçekten bizden ağır. Hep sıcak makineler altında çalışıyorlar. Bir ayrımcılık yok bizde. Bölüm olarak ücret farklılığı var ama kadın-erkek olarak ayrım yok.

Kadın temsilci olarak sizce kadın işçilerin hangi sorunları öncelik taşıyor?

Ebru Er: Kadın eşittir annelik olarak algılandığı için birçok işyerinde çalışan kadınların en büyük sorunlarından birisi kreş. Belli bir sayının altında olunduğu zaman uygulanan bir şey değil. Dolayısıyla sayıya vesaireye bakılmaksızın çalışan her kadının bir kreş olanağının olması gerektiğini düşünüyorum. İlk sırada gelenlerden birisi bu.

İkincisi, bizim çalıştığımız yer özelinde örneğin, laboratuvar, kalite kontrol kısmımız var, orada çalışan kadın sayımız her geçen gün artmaya başladı. Daha önce erkek yoğunluklu bir yerdi. Ya da fabrikalara gidiyorsunuz, üretim genelde erkek ağırlıklı olduğu için genellikle kadınların kullanabileği bir tuvalet bile olmuyor. Normalde işten çıkarken üretimde çalışan arkadaşlarımız yarım saat 45 dakika önceden işlerini bırakırlar, duşlarını alırlar, kıyafetlerini değiştirirler, kimyasalları eve taşımamak adına temizlenip öyle çıkarlar. Ama kadın işçiler oralara girmeye başladığı halde onların bu imkânları yok. Kadınlar o kimyasalları, kiri pası eve taşıyabilirler ama erkekler taşımasın anlayışı var.

Şu anda çalıştığımız konuların en başında gelenler bunlar. Artık her fabrikada kadın çalışsın ya da çalışmasın, kadınlara ait bir banyonun, tuvaletin, ya da özel ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir alanın olması gerekiyor. Vardiya girişinde üst baş değiştireceksin, kadınların giyinme soyunma odaları yok. Bunlar çok gündelik yaşadığımız şeyler.

Bunun haricinde karşılıklı oturup konuşarak bilinçlendirme çalışmaları yapıyoruz. Geçenlerde laboratuvarımızda yeni başlayan bir kadın arkadaşımız var, öğlen arasında tırnaklarına oje sürerken erkek arkadaşlardan birsi Flormar kullandığını görmüş. Arkadaş birebir ona söyleyememiş, beni aradı. Bunun üzerine bir öğlen arası laboratuvarı ziyarete gittim, Flormar direnişini, neler yaptıklarını, neler yaşadıklarını anlattım. Kadınlar olarak bizim öncelikle destek vermemiz gerektiğini söyledim. Bunun üzerine bütün oje şişeleri, makyaj çantalarında Flormar'a ait bütün makyaj malzemeleri gözümün önünde çöpe atıldı.

Kadın dergimizin ulaştığı yerlerde boykottan haberdar oluyorlar, belki daha çok duyurmalıyız.

Ayşe Güldali: Sosyal medya kullanmayan insanlar da var. Biz herşey sosyal medyadan izleniyor sanıyoruz, ama bilmeyen insanlar da var.

Ebru Er: Bu konuşmaları sadece Petkim'den kadın arkadaşlarla yapmıyoruz. Bizim Aliağa'da sekiz on kadınla başladığımız ve şu anda altmış yetmiş kadına ulaşan Aliağalı Kadınlar grubumuz var. Her ay bir konuyla ilgili ya bir panel ya bir söyleşi yapıyoruz. Bilgilenmek istediğimiz konularda uzman çağırıyoruz. Kadınların en sık yaşadığı boşanmayla ilgili sıkıntılar, hakları nelerdir, bu işi nasıl kolay yoldan halledebilirler, sonra toplumda çok yaygınlaşann tecavüz olayları, tacizler, çocuk istismarı vs. ile ilgili dört beş yürüyüş yaptık, panel düzenledik, uzmanlar çağırdık. Bu işin kökeni nedir kökten çözmek gerekiyor. Bu işin temelinde kaynağında sorunu çözmek daha iyi sonuç verir diye düşünüyorum. Eşinden çok büyük şiddet gördüğü için il değiştirerek bu tarafa gelen ve grubumuza gelen kadınlar vardı. Onların da aracılığıyla sesimizi duyurmaya çalıştık.

İşyerinizde şiddet ve tacizle ilgili bir çalışmanız var mı?

Ebru Er: İşyerimizde 25 kadınız, Aliağa'da çalışıyoruz, kimimiz İzmir'de, kimimiz Bergama'da oturuyor, çoğunlukla bir araya gelme şansı yok, bu faaliyetlerimize mümkün olduğunca katılmaya çalışıyorlar. Kadınlara destek vermek adına kermesler düzenledik, çocuk bakımıyla ilgili sıkıntı yaşayan ve çalışmak zorunda olan kadın arkadaşlarımız vardı, onlara farklı yollardan çalışma imkânı bulmaya çalıştık. Bunu sendika çatısı altında değil, Aliağa'daki kadın grubumuz içinde yapmaya çalışıyoruz. Bunu sendikaya da taşımak gerekiyor, kadınların sorunu diye sadece kadınların mücadele etmesi gerekmiyor. Toplum olarak bununla mücadele etmeliyiz, erkekleri de dahil etmeliyiz bunun içine.

Flormar'da direnmeye devam ediyorsunuz, umarız başarılı olur ve sizleri de Petrol-İş'te temsilci olarak görürüz. Siz temsilci olsaydınız kadınların hangi sorunlarını öne çıkarırdınız, kadınlar için ne isterdiniz?

Ayşe Güldali: En başta kadınlara saygı gösterilmesi gerekir diye düşünüyorum. Biz çok baskı görüyorduk, dışarısı için bir şey diyemem çünkü evden işe, işten eve giden biriyim. İşyerinde çay ve yemek saatlerinde en çok baskıyı biz kadınlar görüyorduk. Yemek saati bittiğinde "bayanlar yukarı", çay saati bittiğinde "bayanlar yukarı"... Bu konuyu ele alırdık en başta.

Soyunma odaları konusunda biz de çok sıkıntılar yaşadık. İç içe giyiniyorduk, hatta koyunu ağıla doldururlar ya, o şekildeydik. Bizde banyo yoktu, üç tane tuvalet vardı, sıra bekliyorduk öyle giriyorduk. Giyinmek için sıra bekliyorduk. Duş falan yoktu, vardı ama kullanılmıyordu, o kimyasallarla eve gidiyorduk. Bizim çalışma saatimiz sabah yedi buçuk beş buçuk (7.30-17.30). Bizim makineyi durdurma saatimiz beşi yirmi geçe. Biz bu on dakika içinde makinemizi ve üretim yerini temizlemek zorundayız. Beş buçuk oluyordu, temizlememişsen inemiyordun zaten. Bu konuyu da ele alırdık.

Ben çıkarılmadan bir gün önce üretim müdürü geldi yanıma, baskı uygulamak amacıyla, "böyle bir şey yapmışsınız, neden sen de yaptın, devam edersen canın yanar, sen de üzülürsün, biz de üzülürüz" diyerek birebir tehdit etti. Ama benim için bir şey değişmedi, dışardakiler benim arkadaşımdı. Onun baskısı beni vazgeçirmedi, vazgeçiremezdi. Ben orada en fazla iki gün daha çalışabilirdim zaten.

Ebru Er: Aslında bu yaptığı şiddete girer, tehdit etmesi. İlla fiziksel şiddet olması gerekmiyor.

Fatma Atılgan: Bizde vardiya amirleri kadınlara "yavrum", "canım" şeklinde hitap ediyordu. Bu bize biraz saygısızlık gibi geliyordu. Biz yıllardır çalıştığımız için hiç kötüye yormadık. Bunu duyanlar ama kötü düşünebilir. Bazen el kol hareketleriyle şakalaşıyorlardı. Bizimle yapmasalar da bazı arkadaşlarla yapıyorlardı. Ama bu bizi rahatsız ediyordu, sonuçta vardiya amiri, daha çok dikkat etmesi gerekiyor. Sonuçta benim çocukluk arkadaşım değilsin, böyle davranamazsın. Bazı arkadaşlar buna izin verdiği için biz durumdan rahatsızdık. Kadınlara karşı daha edepli, daha saygılı davranmalarını, konuşmalarını isterdim. 

Ayşe Güldali: Biz bunu üretim müdürüne söylediğimizde bize cevabı şu olmuştu: "Onun içinde kötü bir niyet yok, samimiyetten kaynaklanıyor".

Ebru Er: Ama ben samimi olmak istemiyorum belki.

Fatma Atılgan: Çalışma koşullarının da iyileştirilmesini istiyorum. Bazı bölümlerde havalandırma falan yoktu, daha yeni yeni yapmaya başladılar. Bizim bölümde klima yoktu, ruj dolumda çalışıyordum, yazın sıcağında klimalar çalışmıyordu, içerisi hamam gibiydi. Rujlar eriyor, o şekilde çalışıyorduk. Daha sonra havalandırmaları yaptılar, bu sefer içerisi buz gibi oldu. Dengeyi bir türlü kuramadılar.

Her bölümde böyle sorunlar var, mesela ikişerli üçerli bölümlere ayırmışlar klimayı, bir yerden yönlendiriyorlardı. Bizim ruj dolumun her zaman soğuk olması gerekiyor ama far dolumun soğuk olması gerekmiyor, bizim orayı açtıklarında bu sefer far dolum buzhane oluyordu. Bizden daha soğuk oluyordu.

Siz de asgari ücret mi alıyordunuz?

Yok, ben sorumlu olmuştum. İki bin lira alıyordum. Operatörden 100 Lira fazla.

İşe alırken evlenip çocuk yapacak mısın diye sormuşlar mıydı?

Bize sadece bekâr mısın, nişanlı mısın, yakında evlilik falan var mı diye sormuşlardı. Sonradan giren arkadaşlarımızı "ilk üç yıl çocuk yapmayacaksınız" şartıyla almışlardı. Ben gireli 11 yıl oluyor, bizim zamanımızda pek yoktu ama yeni yönetim biraz daha farklı. Bir dönem zaten yedi sekiz hamile arkadaşımız vardı, bir gün müdür hepsini odaya toplayıp fırça atmış "ben size demedim mi girerken hamile kalmayacaksınız diye". Hatta bir arkadaşımın ağladığına şahit olmuştum, "o kim oluyor da benim çocuğuma kadar karışıyor" diye, bayağı bir üzülmüştü arkadaş. Özel hayata da, herşeye karışıyorlardı.

Onlar arasında sendikaya üye olan, atılan var mı?

Onlar önceden çıkmıştı. Şu anda atılan iki üç hamile arkadaşımız var, biri de yeni hamile.

Siz benzer sorunlar yaşadınız mı?

Cansu Güneş: İşe girerken insan kaynakları geldi, herkes nerede çalıştın ne işler yaptın diye sormasını beklerken "evlilik düşünüyor musun", "hamileysen seni dışarı alalım", "nişanlıysan sen bir dışarı çık sonra görüşelim" tarzı sorularla karşılaştık. Kadınların çalışmasına biraz daha saygı gösterilmeli. Sadece erkekler ev geçindirmiyor ki, kadınlar da ev geçindiriyor. Kimse kadın olduğu için dışlanmamalı.

Siz bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?

Tülay Turan: Bizde bu tür sorunlar yok, tam tersine kadınlara çok saygılılar. Herkese eşit davranılıyor her konuda, maaş konusunda da. Benim rahatsız olduğum bir konu var, çok rapor kullanılıyor, işverenin iyi niyetinden kaynaklandığını düşünüyorum çünkü işten çıkarmıyor. Senenin altı ayı çalışıp altı ayını raporla geçiren arkadaşlarımız var. Bu konuda bir kadın olarak rahatsızım, çünkü onlar raporlu olduğu için yerine kimse alınamıyor, bize mesai oluyor. Hep mesai, hep mesai.

Üretimden kaynaklı rahatsızlıklar veya korunmanızı gerektiren bir durum var mı?

Hepsi var bizde, hepsi sağlanıyor. Ayakkabısından mevsimlik pantolon, tişörtüne kadar hepsi veriliyor. O konuda çok rahatız. Kadınlar olarak tek bir sorunumuz var, temsilci olarak ona el atmak istiyorum. Çay alanlarımız yok, o da organize sanayi bölgesi izin vermediği içinmiş. Müdürümüz öyle diyor. Yerimiz yok, kiracıyız orada maalesef. Çay alanları, sigara alanları erkeklerle beraber kullanıyoruz ama yer kalmıyor, bardağımızı koyacak yerimiz dahi yok. Küçücük bir bank var, onu da erkekler kaplıyor zaten, mecbur ayakta duruyorsun. On dakika içinde çayını alacaksın, sigaranı içeceksin, lavaboya çıkacaksın. On dakikaydı, sendika girince 10 dakika daha eklendi. Bunlar var. Kadınların genelde evdeki sorunları daha fazla. İşyerimiz kadınlara daha fazla değer veriyor. İşveren çok disiplinli, çok duyarlı. Bana gelip "Tülay şu işi yap" demezler, "Tülay hanım şu işi yapar mısınız" şeklinde konuşurlar.

Sendikaya neden ihtiyaç duydunuz?

Dediğim gibi sadece ücretler içindi sendika. Yılbaşından önceki son toplantıda karar verdik, istediğimiz zammı vermedi, ters konuştu, bazı aşağılayıcı kelimeler kullandı, "çalışan çalışır, çalışmayan şu merdivenlerden aşağı iner gider" diye. O konuşmasıyla sendika geldi. Zaten bir gecede sendika girdi bizim işyerimize. Bir ay içinde de onaylandı.

Temsilci olmanıza çevreniz nasıl yaklaştı, iş arkadaşlarınızdan, ailenizden nasıl tepkiler aldınız?

Hiç tepki almadım, ailemden de almadım, beni zaten arkadaşlarım istedi, sendikayı biz getirdiğimiz için temsilci olarak direkt bizi gördüler. Hatta aday olmak istememiştim, arkadaşların zoruyla bir ay kala adaylığımı koydum. Elimden geldiğince, kadın olsun, erkek olsun, ayrım yapmadan hepsinin dertlerine çözüm bulmaya çalışacağız hep beraber.

İşyerinizde iş güvenliği işçi sağlığı önlemleri alınıyor mu?

Ebru Er: Bizim şirketimiz petrokimya şirketi, birçok kimyasalla, gazla, dumanla, insan sağlığına zarar verebilecek pek çok şeyle iç içe çalışıyoruz. Dolayısıyla bunlardan korunmak için gerekli tüm koruyucu malzemelerimiz sendikamızın aracılığı ve baskılarıyla, iş güvenliği ve sağlığı kurullarında dile getirilip, her geçen gün arttırılarak devam ediyor.

Mekanikçi arkadaşlarımız var, sürekli çekiçle eğilip kalkarak çalıştıkları için omurga ve bel problemleri oluyor. Laboratuvarda çalışan arkadaşlarımızın, sürekli testini yaptıkları malzemeyi solumakla ilgili sıkıntıları var. Her fabrika kendi özelinde kullandığı kimyasalla ilgili sıkıntılar yaşıyor.

Kadın işçilerin ne tür sağlık sorunları oluyor?

Bizde kadınların çalıştığı alanlarda taşıyabilecekleri bir yük veya kaldıracakları ağır bir şey yok. Sadece laboratuvar kısmında, akşamları kullandıkları tüpler var, 25 kilonun üstünde, sanayi tüpü dediğimiz tüpler, onların değişimiyle ilgili bir sorun vardı. Bir dönem kadın-erkek eşitliğinden dem vurup kadın arkadaşlara da bu işi yaptırmaya kalktılar. Kadınlar zaten bunu yapacak yeterlikte değildi, biz de sendika olarak gerekli müdahaleleri yapıp, bunların değişiminin gece vardiyalarında erkek arkadaşlar tarafından gerçekleştirilmesiyle ilgili baskı yaptık. Bir dönem bize kızdılar, "her zaman eşitlik diyorsunuz, burada neden değil" diye. Ama sonradan hak verdikleri için kendileri bu işi üstlenmek zorunda kaldılar. Dolayısıyla bizim bant usulü işleyen, taşımayı gerektiren işlerimiz olmadığı için kadınların bu yönde bir sıkıntıları yok.

Kadınların gece vardiyalarında çalışması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslında vardiyalı çalışma bir erkek için bile zor bir olay. Günün değişik saatlerinde, geceyi gündüz, gündüzü gece yaşamak gibi bir şey. Normal şartlarda kadınların gece vardiyasında olması bana da çok uygun gelmiyor ama her konuda, "erkeklerin yaptığı her şeyi kadınlar da yapabilir"den yola çıktığımız için gerekli durumlarda, gerekli yerlerde gece çalışması oluyor.

Siz çalışırken yaşadığınız riskler var mıydı?

Ayşe Güldali: Risk vardı, benim çalıştığım bölümde erkek yoktu, 11 sene aynı bölümde çalıştım, sadece kadınlar çalışıyorduk. Bizim ambalajlarımız çok ağır geliyordu. Biz onu defalarca dile getirmemize rağmen, "ağır kaldıramıyoruz" diye, yok transbet kullanın, yok şunu kullanın. Transbet de bizim üzerimize binen bir yüktü zaten. Defalarca söylememize rağmen hiç bir önlem alınmadı.

Bir defasında belimi incittim, doktora gittim, bizim dışardan aldığımız raporu işyeri doktorunun onaylaması gerekiyor. Onaylamazsa, o rapor sayılmıyor. Doktora indim, durumu açıkladım, "yukarıda ne yapıyorsun ki" diye cevap verdi. Ben de "isterseniz üretime çıkın görün" dedim. Söylediğim halde, doktor işverenden yana olduğu için "sizin yukarıda bir ağırlığınız yok" dedi, raporu biraz benim zorumla onayladı. Yine bu sebepten işverene geri döndük, belim ağrıyor diye, hâlâ bir önlem alınmamıştı, 'sizin kaldırdığınız ağırlık ne ki' diye, 20-25 kilo ağırlığındaydı.

Ebru Er: Normalde iş sağlığı ve güvenliği için çıkardıkları yasalarla ilgili şöyle bir gerçeklik var, çalışılan iş alanlarında taşınan yükler kadınlar için 20 kilo, erkekler için 25 kilonun üzerindeyse elle taşıma yapılması kesinlikle yasak. Ya onu taşıyacak bir vinç bulacaklar, ya da onu taşıyıp getirip götürecek bir alet bulacaklar. O artık işverenin sorumluluğu.

Siz gece vardiyalarında çalışma konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ayşe Güldali: Ben kendim için konuşacak olursam, benim için gece çalışmak, gündüz çalışmaktan apayrı bir şey, ben geceyi sevdiğim için. Gündüz makinede uyuyan ama gece uyumayan biriyim. Kadınlar için ama genelde sorun oluyor, özellikle evli olan kadınlar için, çocuğu olanlar için. Sonuçta evi arkanda bırakıyorsun, çocuğu arkanda bırakıyorsun, ne durumda olduğunu bilmiyorsun. Biz çok yaşadık, mesela bizim işyerimizde çocuğu rahatsızlandığı için gecenin bir yarısı evine giden arkadaşlarımız var. Uygun görmüyorum kadınlar için.

Sizin çalışmaktan kaynaklı sağlık sorunlarınız oluyor muydu?

Fatma Atılgan: Biz de 20-25 kilonun üzerinde ambalajları kaldırıyorduk. Bizim ambalajlar çok büyük bir kolide oluyor. Ben ruj dolumda çalışıyorum, bizim tüplerin bazıları camlı oluyor onlar ağır oluyordu, o da 25 kilonun üzerinde zaten. Aynı zamanda bizim yarı mamül ürünlerimiz var kazanlara attığımız. Onlar kasalarla geliyor, kasalar zaten 20 kilo alıyor, darası da var, 23 kilo ediyor. Biz bunları raflara yerleştiriyoruz. Makinede kullandığımız zaman renge göre gidiyoruz, kasa temizliği sürekli olmasın diye. Renge göre giderken kasalara bakıyorduk hangi renk birbirine yakın diye, tek tek bir daha indir, bir daha kaldır, sürekli kaldır-indir, bedenen çalışıyorduk. 20 kiloluk bir üründe çok az bir adet veriyorlardı. Programa göre çalışıyorduk, bir renkten 500 adet istiyor mesela. Bize gelen kasa zaten 20 kilo, hepsini kazana atmak zorundayım homojen olarak karışması için. Bir kerede hepsini kullanıyorduk yani. Kazanda adetimiz neyse, mesela 500 adet yaptıktan sona kazanı geri alıyoruz boşaltmak için. Kazanı kasalara boşaltıyoruz, boşalttığımız ürünü karşı tarafa raflara taşımamız gerekiyor.

Erittiğimiz zaman 90 dereceyi buluyor, bizde araba yok, bir şey yok, kazanı elimizde tutup raflara kadar gidiyorduk. Bunu defalarca söyledik bize tekerlerli araba getirmeleri için. Burada benim ayağım kaysa düşsem, yanabilirim. Ne söylediysek hiçbir önlem alınmadı. Hatta bir arkadaşamızın üzerine sıçramıştı boğaz kısmı yanmıştı. Söyle söyle bir şey yapmıyorlar, bir şey olduktan sonra yapmaya çalışıyorlar.

Aynı bölümde bir başka arkadaşımız, ürün ne kadar kaldı diye kazana bakmak için çıkmıştı merdivenlerden. Merdivenin kenarında korkuluk yoktu, arkadaş çıktı, inerken ayağı boşluğa gelmiş, düştü, kafası şişti, böyle bir kaza atlatmıştı. İlla ki bir şey olacak, ondan sonra önlem alıyorlar.

Flormar'da çalışmak sağlığa zararlı desenize...

Fatma Atılgan: Ben arkadaşın bölümünde yaşanan bir iş kazasını anlatmak istiyorum. Şişeleri tepsiye koyuyorlar, bir tane çark var, çarktan şişeler dönüyor, üretime gidiyor. Orada çarkta şişeyi döküyorlar, birkaçı yere düştü şişenin, sonra arkadaş şişeyi fark etmeden üzerine basıp düşmüştü. Parmakları bükültü, çıktı sanırım. Yerlere bir şey düştüğü zaman görmüyorsunuz, tepsiye koyduğunuz için tepsinin kenarından da dökülebiliyor.

Ayşe Güldali: Benim çalıştığım yerde elle sıkmalı sıcak jeller vardı. Kaynıyordu 90, 100 derecede. Tabancalıydı ve kaç arkadaşımın elinin yandığını biliyorum. Hâlâ ona rağmen senelerce biz onlarla çalıştık. Ta ki bir arkadaşımızın eli komple yanana dek. Ondan sonra değiştirdiler.

Siz gidip bu durumu anlattığınızda, önlem alınmasını istediğinizde nasıl bir tepkiyle karşılaşıyordunuz?

Cansu Güneş: Söyleyince, "biz elimizde geleni yapıyoruz." Zamanında neden yapmıyorsunuz? "Bir şey olmaz, yaparız, ederiz", bazen başlarından göndermek için "siz dikkat edin" diyorlar. Sonra bir şey olduğu zaman da kendi hataları olmasına rağmen tutanak tutuyorlar. "Nasıl dikkat etmedin, elini yaktın" diye.

Benim başıma geldi. Ben oje dolumda çalışıyordum. Makine durmayacak diyorlar. Adet yetiştirme peşindeler. Adet çıksın da ne olursa olsun. Makineyi kapatamıyorduk yani, bir şey olduğunda adeti bize soruyorlardı. Niye adet bu kadar az diye hesap soruyorlardı.

O zaman makinelerde koruma da yoktu, yani ojelerin çıktığı yerde, çarkların döndüğü yerde korumalık yoktu. Oraya fırça sıkışmıştı. Makine durmayacak, korku da var, dedim ki şu fırçayı alayım da makine durmasın, parmağımı sokmamla o çark parmağımın etini alıp götürmüştü. Sonradan düzeldi çok şükür bir şey olmadı. Bunun üzerine korumalık yapıldı ve ben tutanak yedim.

Ebru Er: Öncelikle bizi koruyan, kollayan kanunları kuralları bilmemiz gerekiyor. Bunlar toplusözleşmeden kaynaklanır, iş kanunundan kaynaklanır ya da sizin anlattığınız olaylarda iş sağlığı ve güvenliği kanunlarından kaynaklanır. Normalde sizin şirket pek çok şeyi zaten yanlış yapmış. Yurtdışı kökenli diyoruz, orada sendikal haklar daha fazla diyoruz, işçiye bakış açısı daha farklı diyoruz, demek ki burada bizim toplumumuza uygun bir çalışma sistemi geliştirmeye çalışmışlar.

Normal şartlarda bu kadar kişinin çalıştığı yerlerde iş sağlığı ve güvenliği kurullarının olması gerekiyor. Ayrıca risk değerlendirme kurulu diye bir kurul daha var. Ben sendikamızda o kurulun baştemsilcisiyim.

Her birim gidilir bir heyet halinde, orada çalışanlar, sendika temsilcileri, işveren vs. herkesi yanına alıp gidersin, o bölgede risk yaratan, çalışan kişiye zarar verebilecek durumlar ve verebileceği zararın kademeleri nelerdir, yaralanmaya mı sebep verir, uzuv kaybına mı, belli bir süre bedenin kullanılamamasına mı yoksa ölüme mi?

Bu riskler değerlendirilir, o risklerin ortadan kaldırılması için yöntemler belirlenir. Sonra bir iş kazası olursa, zaten sen bütün önlemleri almışsın ama bunun dışında bir şey daha varmış diyerek, bunun da düzeltici, önleyici faaliyetlerle tekrar olumlu hale getirilmesi için uğraşılır. Tabii sendika olmadığı için bu tarz kurullarınız yok. Başınıza bir iş gelse bile tamam bakarız diyorlar, ama normal koşullarda orada bir sendika olsaydı bu risklerin çoğu düzeltilmiş olurdu.

Fatma Atılgan: İş güvenliği uzmanı var sürekli gelip bize eğitim veriyorlar, "elini sokma", makinelere bakıyorlar, "şuraya elinizi sokmayın, buraya sokmayın". Makinelere sviç taktılar. Bizden bir yandan adet istiyorlar, bir yandan kapılar açılmayacak, kapılar her zaman kapalı çalışılacak vs. Açıyorsun sürekli makine arıza veriyor, durduğu zaman, öbür sistem farklı yerlerde durduğu için arıza veriyor sürekli, sürekli aç kapa makineni beyni yanıyor, sürekli ayar değişiyor, kendi kendine ayar değiştirmeye başlıyor ruj dolumdaki makineler.

Bunları söylediğimizde bu sefer amirlerimiz "o zaman sviçleri iptal edip öyle çalışacaksınız" dediler. Bir ara kendi aralarında tartıştılar, bir taraf diyor ki sviç kesinlikle aktif olacak, bir yandan adet çıkacak, böyle çıkmıyor. O zamanlar gerçekten çok kazalar olmaya başladı, olur olmaz her yeri kapattılar ya, mesela şöyle bir  alanı küçücük kapatmışlar ya, parmağın bile girmiyor, oraya nasıl ellerini sokuyorlar bilmiyorum, kaza geçiriyorlar habire. Sürekli kaza oluyordu orada.

Veritas'ta iş güvenliği ve sağlığı ne durumda?

Tülay Turan: Üretimde çok ağır makineler var, kauçuk makineleri çok ağır, artı çok sıcak; kalıplar da çok ağır, erkeklerin bile gücü yetmiyor. Orada kadınların çalıştırılmasını doğru bulmuyorum. Gece vardiyası da kadınlara uygun değil bence. Bizim üretimimizde var, diğer bölümde iki vardiya olarak çalışıyoruz, bana kalsa kadınlar tek vardiya olarak çalışmalı. Ben öyle düşünüyorum, çünkü çocuklar var, işyerlerinde kreş bulunmuyor, belli bir sayı isteniyor. Kadınlar üç vardiya çalışıyor, çocuğu bakıcıya veriyor. Sonra vardiyası dönüyor, veya ekstradan bir durum oluyor, çocuk ortada kalıyor. Kadın bu sefer izin almak için dört dönüyor fabrika içerisinde. İzin de verilmiyor kolay kolay. Ordan oraya ordan oraya... Zaten izin almak için o kadar dolaşana kadar çalışmak daha iyi diyorsunuz.

Bizim işyerimizde Pazartesi günleri genel bir temizlik oluyor. Makinelerin yağı, kiri, pisliği hep insanların üzerinde. Pazartesi yıkanıp gidiyorsun, temizleniyorsun, işyerine gidiyorsun temizlik yapılıyor, makineler yağ, kir, pas içinde, siyah siyah yağlar. Kadınlar makinelerin içinden o yağları temizlemeye çalışıyorlar, leş gibi yağ oluyorsun. O haftanın başında kirleniyorlar, çok zor bir iş, bir erkeğin bile yapabileceği bir iş değil, erkekler de şikayetçi. Ona bir çözüm bulmalarını isteyeceğim öncelikle.

Koruyucu kıyafetleriniz yok mu?

İş kıyafetleri var, üç dört takım var, bir takımı giyiyor, kirleniyor, ama elleri var, eldiven de taksa işe yaramıyor, Pazartesi erkenden yağın pisin içinde temizlik yapmak istemiyor. Çamaşır suyu var, yağ çözücü var, bir sürü koku zaten.

Bizim çalışma alanımız masa olduğu için daha rahat, silip geçiyorsun. Bizim bölümümüzün sorunu ise mavi kasalar var ağır. Az önce arkadaşlar 20 kilodan bahsetti, bizimkiler 50'yi 60'ı bile buluyor. Araba parçası, demiri oluyor, metali oluyor. 

Nasıl kaldırıyorsunuz peki?

İki kişi kaldırıyoruz, ya da leğenlerimiz var, o kasanın içinden leğenlerle alıp alıp koyuyoruz, çünkü başka bir şansımız yok.

Ağır kaldırdığınız için sağlık sorunları yaşamıyor musunuz?

Genelde kadınlarda bel fıtığı, boyun fıtığı oluyor. Bende de var, iki bel fıtığım var benim de. Genelde öyle, ne yapacaksın, mecbursun çalışmaya. Ona da bir çözüm yok, çalışacaksan katlanacaksın. Mecbur o kasayı alıp masaya dökeceksin ki kontrolünü yapasın.

İşveren tedavi masraflarınızı ödüyor mu? İşten kaynaklı bir sorunu sonuçta...

İşyeri ödemiyor, herkes her ay doktora gidiyor mutlaka, ama kendi bütçemizden çıkıyor. Bizim hatamız olarak görülüyor sonuçta, "daha dikkatli olun, arkadaşınızla kaldırın, daha dikkatli kaldırın". Yapacak bir şeyimiz yok, işimiz bu.

Sizde işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı var mı?

Doktorumuz var, gidiyoruz, rapor yazma yetkisi yok, o da aynı şeyi söylüyor, "kendiniz dikkat edeceksiniz", "işverenin bu konuda yapacak bir şeyi yok", "işimiz bu", "işin gereği bu,  siz de bunu bilerek girdiniz"... Ki ben bilmiyordum öyle bir şey olduğunu.

Ebru Er: İşyeri hekiminizin rapor verme yetkisi yok mu?

Tülay Turan: Yetkisi var mı yok mu bilmiyorum ama rapor vermiyor. Bizim hastanemiz var, yüzde 10 indirimimiz var, oraya direkt yönlendiriyor bizi. Kendisi rapor falan yazmıyor. Oraya yönlendiriyor, yüzde on indirimle muayenenizi oluyorsunuz. Ya da devlet hastanesine gidiyoruz, diyelim ki elim kesildi, giderken tutanak tululuyor, en ufak bir iş kazası da olsa onu bildirmek zorundayız, işyeri bile kızıyor iş kazası diye bildirin diyorlar. İş kazasıysa bir şeyler yapılıyor, zaten her gün bir yerimiz kesiliyor, kauçukla çalıştığımız için borular çıkıyor, çapaklar oluyor, bıçakla, falçatayla çapakları alıyoruz. İlla ki bir kesiğimiz oluyor. Bunlara biraz el atmak istiyorum, kadınların tek vardiya çalışmasını istiyorum.

Sağlık sorunlarından dolayı işi bırakan oluyor mu hiç?

Bırakmıyor, çıkarsınlar diye rapora devam ediyor, çıkarma da olmuyor, öyle gidiyor.

Siz de bu konuda bir şey söyleyeceksiniz sanırım...

Cansu Güneş: Ben parmağımı kestiğimde ve hastaneye götürdüklerinde iş kazası olarak göstermediler. "Bu senin hatan, çalışan makineye parmağını sokuyorsun" diye iş kazası olarak göstermediler. Bizim fabrikada da doktor var ama gündüzde geliyor, gecede gelmiyor. Gecede o kadar çalışan var, bayılan oluyor, hastalananlar oluyor, ama doktor yok.

Halbuki gece çalışması iş kazaları açısından daha riskli diye bilinir...

Evet, daha riskli, doktor bize eğitim verdiği zaman demişti ki, "sürekli yanıma geliyorsunuz, ilaç alıyorsunuz" bizi aşağılıyordu, ben niye keyif için ilaç isteyeyim ki..  Sen nasıl bir zihniyetle böyle eğitim verebiliyorsun... Ben de kalktım "gündüz geliyorsunuz ama gece de çalışan insanlar var, gece çalışanlar insan değil mi, neden gece doktor olmuyor?" diye sordum. "Sen üzümünü yiyorsun, bağcıyı dövüyorsun" şeklinde cevap verdi. Sonra beni eğitim salonundan dışarıya çıkardı.

Konuyla ilgili deneyimli biri olarak sizin de söyleyecekleriniz vardır.

Ebru Er: Fabrikamızın risklerini anlatırken patlayıcı, parlayıcı, yanıcı, elektrik kazalarının olabileceği şeklinde çok detaylara girmedim, gürültünün yarattığı riskler, işitme kayıpları da var.

İşyeri hekimlerinin görevi, şirketin elemanı olarak sizin her türlü sağlık sorununuzla ilgilenmektir. Yıllık periyodik muayenelerinizi yapmak işyeri hekimine aittir, herhangi bir rahatsızlık yaşadığınızda gerekirse rapor verebilmek yetkileri dahilindedir. İki güne kadar rapor verebilirler, bunu hiç kimse engelleyemez. Ama büyük ihtimalle onlara verilen talimatlar gereği böyledir diye düşünüyorum.

İşyerinde olan herhangi bir kaza, sadece elinizin kesilmesi değil, sayfayı çevirirken kağıt bile kesse iş kazası diye yazılır. Kimse sorumluluğu çalışana yükleyemez, "çalışan dikkat etseydi bu kaza olmazdı" diye yorumlayamaz. Orada başınıza gelen her şey iş kazasıdır ve iş kazası tutanağı altına alınması gerekir. İşyerine gitmek üzere servise adım attığınız andan, işyerinden çıkıp servisten evinizin önünde indiğiniz ana kadar olabilecek her şey iş kazasıdır.

Bunlar işverenin sorumluluğundadır, onlar sorumluluktan kaçmak adına, kendilerini iyi göstermek adına, aldıkları kişileri bu noktaya getiriyorlar. Flormar'ın doktoruna gelince, fotoğraflarını görmüştüm, siz işten çıkınca üretime girip çalıştığına göre kimin adına çalıştığı ortada. Bizde de bir revir var, 24 saat açık, doktorlarımız beşe, altıya kadar kalıyor, ama lojmanda oturan bir doktorumuz var, herhangi acil bir durum, ya da büyük çaplı bir iş kazası olduğunda çıkıp gelmek zorunda.

Vardiyalarda, biri sağlık memuru biri hemşire olmak üzere iki arkadaşımız sürekli ordadır. En ufak bir iş kazasında anında müdahale ederler, ambülansımız vardır.

Sizce "daha güçlü kadın" için nasıl bir sendika, nasıl bir toplum?

Ebru Er: Öncelikle birtakım şeyleri yapabilmek için biz kadınlar sürekli baskılandığımız, sürekli bir şeyleri yapmaktan geri bırakıldığımız, ya da "sen kadınsın otur, sus" aslında baktığımızda, dünyaya geldiğimiz andan itibaren yaşamaya başladığımız bir sorun. Çünkü bizleri yetiştirenler ailelerimiz. Ailelerimiz bizi ne kadar desteklerse, "sen bir bireysin, bu toplumdaki bütün haklardan sen de yararlanabilirsin, bunlar senin de hakkın" noktasında olmalılar ki yetiştiğimiz ortamdan o özgüveni, o işin yapılabilirliğini hem kendimiz hissedelim, hem çevremizde hissettirelim. Ben belki bu konuda biraz avantajlıydım, her ne kadar çevremde halam, teyzem, anneannem, babaannem biraz Osmanlı kadını olup kadınların biraz geride durmasını isteyen kişiler olsalar da, babam tam tersi bir insandı.

Sürekli destekleyen, "benim kızım her istediğini yapar", "ben kızıma sonuna kadar güvenirim", "engellemeyin, karışmayın", "ne olursa olsun okuyacak, bir meslek sahibi olacak", "bu erkek egemen toplumda ayakları üstünde durmak zorunda" diyerek destekleyen bir insandı. Benim özgüvenim, "ben de her şeyi yapabilirim", "benim onlardan bir farkım yok" inancım biraz da ondan kaynaklanıyor.

Biz kadınların kendi gücümüzün farkına varmamız gerekiyor. Hiçbir şey yapmaktan çekinmememiz gerekiyor.

Kendi hakkımızı, kendimiz çok daha iyi savunuruz. Birilerinin bizim hakkımızı savunmasına izin verip onların eline vermemeliyiz. Sendika konusunda da bu şekilde. "Bırakalım erkekler yapsın, bizim haklarımızı savunsun, biz girmesek de olur" dememeliyiz. Ama toplumda maalesef yetiştirilme tarzlarından dolayı kadın evliyse, çocuğu varsa, "sendikada ne işin var" diye ilk başta kocası söylüyor. Kocasını geçiyorsun, annesi babası söylüyor. Dolayısıyla bizim zaten bir şeylerin dışında bırakılmaya çalışıldığımız ortada. Bunun mücadelesini yine biz yapacağız, biz yapmadığımız sürece kimse bize altın tepside sunmayacak.

Sendikada aktif görev alan bir kadın olarak, sizce ne yapılabilir?

Öncelikle kadınların birbirini örgütlemesi lazım. Önce kendimiz, kendimiz için bir şey yapmalıyız. Kendimizi, birbirimizi destekleyip, "sen de yapabilirsin", "sen de olmalısın", "o varsa sen de olursun" şeklinde önce kendimiz bir araya geleceğiz.

Ne şekilde bir araya gelmekten söz ediyorsunuz?

Bir kere bir araya gelip iletişim kurmadan hiçbir şey çözemezsiniz. Arkadaş orada temsilci, ben burada temsilciyim, şu an bu iletişimi kurmasaydık, birbirimizin sorunları hakkında bilgi sahibi olamazdık. İlk önce, iletişim kanallarını güçlendirmek gerekiyor.

Sendikamız da bunu istiyorsa -ki istiyor olduğunu düşünmek istiyorum-, bütün sendikalı kadınları biraraya getirebilecek bir organizasyon yapabilir, bir grup kurabilir, belli sürelerde bu kadınların bir araya gelerek kendi sorunlarını tartışacakları platformlar yaratılabilir, eğitimler verilebilir, biz sadece 8 Mart'larda bir araya geliyoruz, önceden belirlenmiş konularda konuşuyoruz.

Benim söz ettiğim gerçek anlamda kadınları bilinçlendirip haklarının, özgürlüklerinin, yapabilirliklerinin güçlendirilmesi adına bu tarz platformlar oluşturulması.

Bu bahsettikleriniz bir kadın komisyonu çalışmasına benziyor, o konuda ne düşünüyorsunuz?

Gerçekten kadınların sorunlarıyla ilgili çalışacak komisyonlarsa, sonuna kadar varım. Daha önce böyle bir çalışmamız oldu, hiç istediğimiz boyuta gelmedi. Farklı yerlere gitti. Bu komisyonların gerçek anlamda çalıştırılmasını istiyorum, kendi bölgende başlayacaksın, sonra iki bölge buluşacaksın, sonra bütün bölgeler biraraya geleceksin, bir çok şeyi ortaklaştıracaksın. Olması gerektiğini düşünüyorum.

Bir diğer konu da sayıca üstün oldukları için erkeklerin "bizim elimizde olsun, biz sizdan daha çoğuz" demeleri. Uygulanmasına çok sıcak baktığım bir şey değil, ama artık bir kadın kotası getirilmesi gerektiğine de inanıyorum.

Nasıl uygulanabilir kota sizce?

Mesela sendikamızda 35 bin üye varsa ve bunun 2500'ü kadınsa, yüzde on en az kota uygulanması gerekir. En az yüzde on oranında temsilcinin, yöneticinin, gerekirse şube başkan ya da başkan yardımcılarının kadınlardan oluşması gerekiyor. Ben bunu dört yıl boyunca söylemeye devam edeceğim. Kota kelimesi, kadına kota rencide edici bence, kabul edilebilir bir şey değil, ama olmuyorsa, kullanmak gerekiyor.

Siz kadınlar için nasıl bir toplumda yaşamak isterdiniz?

Cansu Güneş: Biz kadınlar istersek her şeyin üstesinden geliriz. Korkmayı, cesaretli olun, çekinmeyin, yaptığınız işlerin hep arkasında olun. Ben tek başıma olsaydım bu işe girişemezdim. Arkadaşlarımdan cesaret aldığım için buradayım, birlik olduğumuz için daha güçlüyüz. Biz kadınlar birbirimizden güç aldığımız için bu işe girdik.

Bu grev sizin hayatınızda ne değiştirdi, bir şey kattı mı?

Cansu Güneş: Birlik olmayı, aile olmayı, güçlenmeyi... Biz birlikte olduk, güçlendik, hepimiz ilk defa böyle bir şey yaşıyoruz

Siz neler söylemek istersiniz bu konuda?

Ayşe Güldali: Bize büyük bir hayat dersi oldu öncelikle. Biz dışarıya geniş bakamıyorduk. Sadece servislerden işe, işten eve, o şekilde bakıyorduk. Bizim Ocak ayında Organiza Sanayi Bölgesi'nde sabahları işe giderken karanlık oluyordu, saat altı buçuk, yedi civarında.

Bazı işyerleri greve çıkmıştı, yürüyüşe çıkmıştı. Biz onları gördüğümüzde biz "bu insanlar delirmiş mi, bu soğukta yürüyorlar, niye yürüyorlar acaba? Aldıkları para neyine yetmiyor" diye bakıyorduk. İnsan başına gelmeyince anlamıyormuş.

Bizde direnişin çok büyük bir etkisi oldu. Ne kadar güçlü olduğumuzun farkına vardık. İstediğimiz her şeyi yapabileceğimizin farkına vardık. En önemlisi, her zaman vurguluyorum, biz Flormar'dayken işverenler "bir aileyiz, bir çatı altındayız, beraber büyüyoruz" diyorlardı, ama sadece onlar büyüdü, biz hep küçüldük. Biz büyüdüğümüzü Petrol-İş'e üye olduğumuzda anladık, bir aile olduğumuzu.

Ne zaman Flormar'ın demir kapısından dışarı çıktık, o zaman aile olduğumuzun farkına vardık. O kadar insanı tanıma fırsatı bulduk, çok geniş bir çevremiz oldu, çok büyük şeyler kattı hayatımıza, bizim için bu grev hayat okulu oldu.

Umarız direniş başarıyla sonuçlanır ve sendikalı olarak işinize dönersiniz. Öyle bir durumda temsilci olmayı düşünür müsünüz?

Ayşe Güldali: Yürütebilir miyim bilmiyorum, evet demek için erken diye düşünüyorum. Çok küçük yaştan beri benim eve en geç giriş saatim dokuzdu, sendikaya üye olmadan önceki saatimden bahsediyorum.

Kadınlara baskı biraz daha fazla, şimdi gece ikilerde üçlerde gidiyorum, ailemin desteği olursa, arkadaşların desteği olursa tabii ki düşünürüm.

Direniş size ne kattı, kadınların çoğunlukta olması sizi güçlendirdi mi, direnişe bakışınızı değiştirdi mi?

Fatma Atılgan: Cesaretli olmalarını istiyorum, yıllarca sömürüldük, sürekli baskılara maruz kaldık. Yıllarca hep sustuk, susturulduk. Bir zaman sonra baktık ki hep yerimizde saymışız. Patronlarımız yükseldi, daha iyi yerlere geldi. Hakkımızı yedirdik yani. İstiyorum ki bu saatten sonra hiç kimse susmasın, herkes hakları için mücadele etsin. Bu saatten sonra susmayız artık, şimdiye kadar sustuk çünkü neyin ne olduğunu bilmiyorduk. Arkadaşlarımın da dediği gibi, biz gerçekten işten atılana kadar sendikanın ne olduğunu bilmiyorduk. Daha sonra sendikanın ne olduğunu anlattılar, birkaç eğitime katıldık, sendikalı fabrikaları öğrendik, örgütlenmenin ne olduğunu öğrendik, sürekli sömürüldüğümüz için hiçbir kadının böyle bir durumda susmasını istemiyorum.

Size de soralım, nasıl bir toplum isterdiniz diye...

Tülay Turan: Ben Türkiye'de kadınların aileler ve eşler tarafından kısıtlandığını düşünüyorum. Devletin her konuda kadınları desteklediğini düşünüyorum. Ama ne yazık ki ailelerimiz hâlâ "kadın evde oturur, çocuk büyütür, çalışmaz, ne gerek var" düşüncesinde. Ailelerin destek vermesini, kadınların arkasında olmasını istiyorum. Eşlerin kadınların arkasında olup "sen yaparsın, git" demesini istiyorum. Sendikadan beklentim, mesela bir işyerinde üç temsilci mi olacak, bir tanesi en azından kadın olmalı, ve bu zorunlu olmalı. İnanıyorum ki, her fabrikadan bir kadın çıkar. O kadınların arkasında da duracak bir sürü kadın olacaktır. Bunu yapacak olan sendika. Ben bu kadar az kadın olduğunu burada öğrendim, bilseydim belki ben de girmeyecektim. Bilinçli olarak girmedim, daha çok vardır diye düşündüm. Buraya geldim, burada da hiç yok.  En az üçte biri kadın olmalı temsilcilerin, zorunlu olarak.

Bizde üç temsilci var, ikimiz kadınız, ama üçü erkek de olabilirdi. Sonuçta sendikayı biz getirdik oraya, o yüzden biz seçildik, grev olursa yine biz gideceğiz dedik, bu konuda bize destek çıkıldı, çünkü kendimizi öne atan biz olduk, bayrağı çeken biz olduk, hatta bayrak elimizde kaldı ilkin, sonradan herkes destek vermeye başladı. Çünkü amirimiz çıkınca biz iki kişi tek kaldık, kimisi geri durdu acaba biz de çıkarılır mıyız diye, amirimiz çıkarıldığı halde kadınlar destek verdi, arkamızda durdu,  biz sendikayı getirirken en çok kadınlar destek oldu. Erkekler pek destek olmadı, bunu Petrol-İş de biliyor, bir ay içinde fabrikaya giriş yaptı, sözleşmeler imzalandı, kadınlar isteyince bir şeyi başarıyor yani. Biraz da sendikanın buna destek vermesi gerekir diye düşünüyorm.

Arkadaşlarımızın hepsi birbirine kenetlendi, işyerine haber gitti ertesi gün, ama kimse üyeliğini geri çekmedi. Halbuki beş yıl önce, 17 kişi birden çıkartılınca üye olanlar da çekmişti, girememişti sendika. Ama bu sefer öyle olmadı. Bu sefer "bir kişi kalıncaya kadar çıkartılsak da biz üyeliğimizi geri almayacağız" dedik. Herkes aynı şekilde devam ettiği için bir ay içinde girdik.

Sizde üye olmayanlar var değil mi içeride?

Ayşe Güldali: 95 kişi üye olmayan var. Bizde şöyle bir sıkıntı var, sadece üye olmak yetmiyor, onlar hem üye olalım hem cebimize para girsin istiyorlar, hem de elimizi taşın altına koymayalım istiyorlar.

Kadın dergisi hakkında eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ebru Er: Ben kadın dergisinin vermek istediği mesajları uygun bir şekilde verdiğini düşünüyorum, hemen hemen her konuya değiniliyor, kadın dergisi olmakla birlikte, çalışma hayatından sosyal hayata, sanata, bilime, her sayıda özel bir kadına yer veriliyor, yemek tarifine kadar her konuya değinildiği için şu anda amacına ve formatına ulaştığını düşünüyorum ve devamlılığını da özellikle istiyorum.

(Söyleşiyi gerçekleştirdiğimizde Flormar direnişi devam ediyordu. 8 Mart 2019 itibariyle Flormar direnişi sona erdi, ancak direnişçi kadınların deneyimleri, anlattıkları her zaman önemini korumaya devam edecektir.)

 

(Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 60, Nisan 2019)