Sendikalarda Erkek Egemen Kültürün Tarihsel Kökenleri
Doç. Dr. Betül Urhan Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
Örneğin kadınlar, öteden beri ev içinde yapmış oldukları işlere, vasıf gerektirmeyen üretim dallarına ve ikincil konuma adeta hapsedildi. Bu süreçte kadın emeği belli işlerle özdeşleştirildi ve ucuz emek olarak tanımlandı. Tarihteki ilk sendikalar, kadınlara kapalı, erkeklerle özdeşleştirilmiş sektörlerde ve erkekleştirilmiş işyeri kültürünün hâkim olduğu işyerlerinde örgütlendi. Sendikal hareket de toplumsal olarak kurgulanan cinsiyete dayalı işbölümünü benimsedi. Başka bir ifade ile sendikalar da erkeği aile reisi olarak tarif etti. Politikaları erkeğin dışarıda çalışarak eve ekmek getirdiği "geçim stratejisi" üzerinden kurgulandı. Böylece erkeğin ücretli çalışması bir kural, kadının çalışması ise kuraldışı olarak algılandı. Kadın emeğinin ucuz emek olarak tanımlanması 19. yüzyılda çeşitli yollarla resmileştirildi ve kurumsallaştırıldı. Kuşkusuz siyasal iktisatçıların teorileri ve işverenlerin açıkça cinsiyete göre ayrılan bir işgücü yaratmaya dönük tercihleri bunu sağlamakta önemli roller oynadı. Ancak erkeklere ait sendikaların büyük bir kısmının politikaları da, üretici olarak kadın işçilerin düşük değerini doğru kabul etti ve bu "olguları" etkili bir biçimde doğallaştırdı.
19. yüzyılda erkeklerin bir örgütü olarak şekillenen sendikalar, kadınların emek piyasasına ücretli olarak katılımına ve sendika üyeliklerine karşı koydular. Kadın işçileri güvenilir bulmuyorlardı. Sendikalara göre kadınlar "ücretleri düşüren rakipler"di. Örneğin Amerikalı matbaacılar 1860’larda kadın rakiplerin çalıştırılmasına karşı koydular. Bu sendikacılara göre kadınların çalıştırılması, kapitalistlerin ücretleri düşürmek için kullandığı bir yoldu. Kadınları ve erkekleri bugünkü kölelik düzeyine indirmek için "kadını uygun alanından" kandırıp çıkartan "kapitalistlerin son dalaveresi"ydi. Aslında bu ifadeyle sendikaların da ücretli çalışmanın gerçek aktörünün erkek olduğunu varsaydıkları ortaya çıkıyordu. Gerçekten 19. yüzyılda özellikle Batı Avrupa’da kadınların kitlesel olarak emek piyasasına ücretli olarak dâhil olmalarının en önemli nedeni, sendikacıların ileri sürdüğü gibi işverenlerin ücretleri düşürme stratejisiydi. Ancak erkek sendikacıların çok büyük bir bölümü işverenlerin bu stratejisine karşılık olarak işçi kadınlarla ittifak yapmak seçeneğini kullanmadılar. Bunun yerine, kadınların ücretli çalışmasına karşı koyarak engellemeye çalıştılar. Böylece ücretlerini koruyabileceklerini düşündüler. Çünkü sendikal hareket kendisini büyük ölçüde erkek görüyordu. İşverenlerin kandırarak evlerinden çıkarttığı kadınları, kendilerine daha uygun bir alan olan "eve" geri göndermek gerekiyordu. Nitekim 1879’da İşçilerin Marsilya Kongresi’nin Fransız delegeleri, birkaç istisna hariç ev kadınını öven bir tutumu benimsediler. Bir kadının doğru yerinin atölyede ya da fabrikada değil, evde, ailenin içinde olduğuna inandılar. 1877’de ise Henry Broadhurst İngiliz Sendikalar Kongresi’nde "karıların geçim parası için dünyanın büyük ve güçlü erkeklerine karşı rekabete sürüklenmek yerine evdeki uygun yerlerinde kalmalarını sağlayacak koşulları yaratmak için ellerinden geleni yapmalarının erkek ve koca olarak sendika üyelerinin görevi olduğunu" anlatacaktı.
Örneğin annelik ve evcimenlik kadınlıkla eşitlendi. Bu görevler kadınların emek pazarındaki konumunu ve ücretlerini açıklayan özel ve öncelikli kimlikler sayıldı. Çalıştırıldıkları işler, fiziksel yeteneklerine ve doğuştan üretkenlik düzeylerine uygun olduğu varsayılarak kadın işi olarak tanımlandı. Bu söylem kadınların bazı işlerde kümelenmesine, bazılarından dışlanmasına, ücretlerin asgari geçim düzeyinin altında saptanmasına neden oldu. Her mesleki hiyerarşinin her zaman en dibine yerleştirildiler.
Cinsiyete dayalı işbölümünün kurumsallaştırılması Sendikalar da
politikaları ve uygulamaları yoluyla emek piyasasında görülen
cinsiyete dayalı işbölümünü kurumsallaştırdılar. Kadınları sendika Birçok engellemeye ve yasaklamaya rağmen kadınlar, kendi sendikalarını kurdular, karma sendikaların grevlerinde ve yerel sendikalarında aktif oldular. Ancak kadınların sendika üyelikleri oldukça düşüktü. Daha çok kadın işi olarak tanımlanan tütün, tekstil, giyim gibi sektörlerde örgütlenebildiler. Kadınların pasifliğinden yakınan sendikalar, kadınlar arasında sorumluluğu geliştirmek için hiçbir şey yapmadılar. Kadınların çok azı sendika temsilcisi, delegesi veya yöneticisi olabildi. Kadınların işgücünün üçte ikisinin oluşturduğu tütün ve kibrit gibi sektörlerde bile pek çok sendika görevlisi erkekti.
Açıkça ifade edilmese de ayrımcılık sürüyor Kuşkusuz izleri sürse de günümüzde kadınları üyelikten ve sendikal temsilden dışlamaya yönelik düşünceler açık bir şekilde ifade edilmiyor. Ancak toplumsal cinsiyete dayalı güç ilişkilerinin ve yukarıda ifade ettiğimiz ilk sendikalarda yaygın olan varsayımların sendikal yapı, kültür ve bilinci etkilemeye ve belirlemeye devam ettiğini söyleyebiliriz. Etkinlik dereceleri farklı düzeylerde olsa da günümüzde gelişmiş ülke sendikalarının birçoğunda (çok sınırlı da olsa Türkiye’deki sendikalarda) kadın üyelere yönelik özel düzenlemeler yapılmıştır. Ancak söz konusu düzenlemelerin sonuçlarının hayal kırıklığı yarattığı söylenmelidir. Kadınların sendikalarda üyelik payları artmasına rağmen, ulusal düzeyden şubelere kadar hemen her düzeyde faaliyetlere katılım oranları genellikle üyelikleri ile orantılı değildir ve erkeklerden düşüktür. Özetle sendikalar ısrarla erkek egemen örgütler olmaya devam ediyor. ■
(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 57, Şubat 2018) |
PETROL-İŞ SENDİKASI KADIN DERGİSİ Facebook Sayfamız TASARIM VE GÜNCELLEME: SELGİN ZIRHLI KAPLAN