• industriAll global
  • industriAll europe
  • Retun See
  • Petrol-İş Kadın Dergisi
Belgesel: Petrol-İş Tarihi

Türk-Sen Genel Başkanı Arslan Bıçakçı

Eylemlerimiz devam edecek

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da sistemin olumsuz sonuçlarının faturası emekçilerin sırtına yüklenmeye çalışılıyor. Kıbrıs’ta da buna dönük bir direniş örülmeye çalışılıyor. Kıbrıs’tan sendika yöneticileri güncel gelişmeleri ve Kıbrıs’ta işçi sınıfının durumunu anlatıyor.

Petrol-İş WEB
28.10.2011

Kıbrıs Türk İşçi Sendikaları Federasyonu (Türk-Sen) Genel Başkanı Arslan Bıçakçı ve Türk-Sen'e bağlı Turizm Emekçileri Sendikası (TES) Genel Başkanı Bayram Karaman Petrol-İş Genel Merkezi'ni ziyaret ederek Genel Başkan Mustafa Öztaşkın ve diğer yöneticilerle temaslarda bulundular. Bıçakçı ve Karaman ile Kıbrıs'ta durum üzerine, Türkiye'deki gelişmeler üzerine sohbet ettik. İşçi sınıfını hedef alan saldırılara karşı sendikal mücadelenin nasıl bir yol izlemekte olduğu üzerine konuştuk.

Kıbrıs Türk İşçi Sendikaları Federasyonu Türk-Sen, 8 üye sendikası olan bir federasyon. 4 binin üzerinde üyesi olan Türk-Sen, 1954 yılında kurulmuş bir örgüt. Türk-İş’in, Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (ETUC) ve Dünya Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (ICFTU) üyesi.

Önce Arslan Bıçakçı’ya Kıbrıs’ta durumu soruyoruz. Çalışma yaşamıyla ilgili birçok sorun olduğunu söylüyor ve şunları anlatıyor:

“Şu anda ülkenin gündeminde olan bir özelleştirme belası var. Ve maalesef bu bir ekonomik pakete dayalı olarak yapılmak istenmektedir.

Nedir bu ekonomik paket? KKTC hükümetiyle TC hükümeti arasında imzalanan bir ekonomik protokol. Ve bu ekonomik protokole uygun olarak da maalesef Kuzey Kıbrıs’taki bütün olumsuzlukların faturası çalışanlara ödetilmek istenmektedir. Örneğin, bizde eşel-mobil diye bir sistem vardır, yani hayat pahalılığını telafi etme sistemi. Bu her iki ayda bir uygulanmaktaydı ve bir yıl tamamen kaldırıldı. Bir yılın sonunda –bu yıl sonunda doluyor- iki ay yerine altı ayda bir uygulama düzenine geçiliyor.

Onun dışında Kamu Çalışanları Yasası diye bir yasa geçirdi bu hükümet yine meclisten. Bu Kamu Çalışanları Yasası’nda aslında temelde çalışanların ve özellikle 31 Aralık 2010 tarihinden sonra işe girecek olanların ücret ve maaşları yüzde 40 azaltılarak işe girmelerini düzenlendi.

Bunları engellemek için ülkedeki sendikaların yüzde 90’ı bir araya geldi. Muhalefet partilerinin yüzde 90’ı bir araya geldi ve bir platform oluşturdu: Sendikal Platform.”

“Hükümet mesajı almıyor”
Sendikal Platform ekonomik paketle gündeme gelen uygulamalara karşı bir dizi eylem ve miting gerçekleştirmiş. Geçen 28 Ocak ve 2 Mart günlerinde iki büyük miting düzenlenmiş. Özellikle 2 Mart mitinginde çok büyük bir katılım sergilenmiş. Arslan Bıçaklı’ya göre, nüfusun dörtte biri bu mitinge katılmış. Ancak, hükümet bu mitinglerden alması gereken mesajı almamış. Bıçaklı şöyle devam ediyor:

“Şimdi de mevcut Sosyal Sigortalar Yasası'nı meclisin gündemine getirdiler. Buradaki amaç yine, hem çalışanların primlerini arttırarak hem de 50 olan emeklilik yaşını 60'a çekerek bir takım düzenlemeler yapmaktır. Ancak devlet Sosyal Sigortalar fonu ile ilgili mükellefiyetlerini yerine getirmediğinden dolayı ekonomik sıkıntı içerisindedir. Devlet ve işverenler fona yatırması gerekeni yatırmıyor, yasal mükellefiyetlerini yerine getirmiyor, hükümet primlerini ödemeyen işverenlere yüzde 90 af getiriyor ve ondan sonra da çalışanlardan bu konuda fedakârlık ve destek bekliyor. Çalışanlar olarak buna destek vermemiz söz konusu bile olamaz.”

Tekrar özelleştirme başlığına dönüyoruz ve Bıçakçı şunları anlatıyor:

“Özelleştirme demek aslında halkın malını, toplumun malını satma demektir. Özelleştirmenin tanımı budur. Hiç bir siyasi parti toplumdan böyle bir yetki almadan böyle bir uygulama yapamaz. Devlete bağlı kurum ve kuruluşları bilerek ve isteyerek önce ekonomik sıkıntı içerisine sokar hükümet edenler, sonra topluma, ‘Ne yapalım bu battı, gitti. Bütçeden daha fazla buraya katkı yapamayız. Bunu satmaktan başka çaremiz yoktur’ diyerek bu kurumları yandaşlarına peşkeş çekerler. Sonra da oradaki çalışanları sokağa atarlar. Tıpkı Kıbrıs Türk Hava Yollarında yaptıkları gibi, tıpkı Saray Otel'de yaptıkları gibi...

“Bunlar yarın maliyeyi veya devleti de özelleştirebilir”
Şu anda özelleştirme gündeminde olan ve ilk sıralarda yer alan Kıbrıs Türk Petrolleri, Ercan Havaalanı, Elektrik Kurumu ve Telefon İdaresidir. Bir devletin böyle kurumlarını bile eğer sermayeye peşkeş çekerek kapatmak isterlerse burada çok tehlikeli bir durum söz konusudur. Şöyle ki, ‘İşte bu kurumlar zarar ediyor, batağa giriyor, kârda değil, bunları satmaktan başka çaremiz yoktur’ demeleri çok tehlikeli bir düşüncedir. Neden? Çünkü; Sayın Başbakan ve Maliye Bakanı diyor ki, ‘En büyük bütçe açığı devlettedir. Zararda olan en büyük kurum maliyedir.’ Doğal olarak insanın aklına şu gelir: Bunlar zarar eden her kuruluşu satacağını söylüyor. Acaba bunlar yarın maliyeyi veya devleti de özelleştirmek isteyebilirler mi? Çalışanların bu konuda ciddi endişeleri doğar haklı olarak.

Biz sendikalar olarak bunları engellemek için başta Türk-Sen, Türk-Sen'e bağlı sendiklar, Sendikal Platform, veya buna bağlı destek veren diğer muhalefet partileri anayasal ve yasal haklarımız olan grev ve eylem haklarımızı sonuna kadar kullanacağız. Bundan asla çekinmeyeceğiz. Bize denebilir ki, ‘Peki sizin öneriniz nedir?’ Önerimiz açık ve nettir. Devlete bağlı kurum, kuruluş veya KİT'ler özelleştirilerek kurtarılamaz, özerkleştirilerek kurtarılabilir. Yani, siyasiler ellerini bu kurum ve kuruluşların üzerinden çekecek. Oy alma uğruna, vekil seçilme uğruna bu KİT'leri, kurumları daha fazla sıkıntıya sokmayacak. O zaman bu kuruluşların çok süratle artı değere geçeceğini başka örneklerle ispatladık, bunları yine de ispatlamaya hazırız. Önerimiz de nettir. Bunları hükümet olduğunu söyleyenlere defalarca anlattık, ama anlamak istemiyorlar herhalde. Sonuç olarak Türk-Sen, diğer sendika ve sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışanların hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için her türlü anayasal ve yasal haklarını kullanmaya devam edecek.”

Eylemler devam edecek
24 sendika ve 5 siyasi partinin oluşturduğu Sendikal Platform, 31 Ekim Pazartesi günü için ülkede bir günlük genel grev yapma kararı almış durumda. Uyarı grevi gerçekleştirilecek ve meclis önünde miting yapılacak. Kıbrıslı sendikacılar hükümetin buradan da gerekli mesajı almaması halinde eylemlerin şiddetini arttırarak devam edeceğini vurguluyorlar.

Bıçakçı son olarak sınıf tavrının önemine dikkat çekiyor:

“Dünyanın hangi ülkesinde olursanız olun, her ülkedeki sermayenin kafa yapısı ve hükümetlerin anlayış ve uygulamaları, özellikle sermayeye yakın hükümetlerin, daha doğrusu sermaye temsilcisi olan hükümetlerin -ki bizim ülkemizdeki hükümet şu anda öyledir- tavırları aynıdır. Ancak burada en ciddi sorunlarımızdan biri olan esas mesele şudur: Dünyanın her ülkesinde oy veren halkın büyük bir çoğunluğu işçi sınıfından oluşmaktadır, ama ne yazık ki, hükümetler birçok dönemde sermaye temsilcilerinden oluşur. Burada aslında işçi sınıfının bu konuyu iyice etüd etmesi ve bundan sonraki seçimlerde ülkenin yönetilmesi için yetki verecekleri kişi ve siyasi partilerin kendi temsilcileri olmasına imkân verecek şekilde oy kullanması gerekmektedir. Aksi taktirde gün geçtikçe açlık sınırının altına düşen işçi ücretleri ve örgütlenmeler daha da aşağı çekilecek ve şu anda şikayetçi olduğumuz bugünleri de arar duruma geleceğiz. Onun için esas görev işçi sınıfının kendisine düşmektedir.”

"Siz %1, biz %99" Kıbrısın kuzeyinde de gündemde
TES Genel Başkanı Bayram Karaman ise, uygulanan ekonomik politikaların Kıbrıs’taki toplumsal yapıyı nasıl değiştirdiğine dikkat çekiyor.

“Bahsedilen düzenlemeler Kıbrıs’ta çalışan kesime yeni maliyetler, yeni külfetler getirmektedir. Yaşam düzeylerini geri çekmeye, devletin sosyal harcamalarını kısmaya dönük AK Parti patentli kaderci neoliberal reçeteler bunlar. Ekonominin bütününü kontrol altına alma, Kıbrıs’taki bir avuç kaynağı buradaki yandaşlarına aktarma planından başka bir şey değildir AK Parti’nin buradaki ekonomik programı. Harcamaları kısmaya dönük bir istikrar programıdır. Bunun sonuçlarını da bilerek hareket ediyor, çünkü oradaki sosyal yapı, doku bozulacak.

Onlar Kıbrıs Türk halkına ‘Eğer bu neoliberal politikalar uygulanırsa, istihdam artacak, üretim artacak, refah artacak’ diye telkinlerde bulunuyorlardı. Aradan onlarca yıl geçti, bu program uygulamaya konuldu. Ne istihdam arttı, ne üretim arttı, ne de refah arttı. Bunun temel göstergesi de, televizyonlara yansıyan şekliyle, KKTC başbakanına ‘senin maaş kaç?’ şeklindeki hitaplar, ‘KKTC halkı besleme’ gibi hakarete varan söylemlerde açığa çıkmaktadır.

‘Ülke battı’ diyorlar, sanki ülkenin batmasına neden olan politikaları bunlar dayatmamış gibi. Şimdi aynı yalanı ‘Siz çok kötü oldunuz bizim programımız sürdürün iyi olacaksınız’ diye sürdürüyorlar. Ama bu reçetedeki ilacın bütün dünyada artık hastalığa çare olmadığı ortaya çıktı. Amerika'da başlayan ‘Siz %1, biz %99’ hareketi Kıbrıs’ın kuzeyinde de epey bir süredir gündemde. Çünkü artık biraz önce bahsettiğim gibi, ne özelleştirmekle üretim arttı, ne istihdam arttı, ne de bu politikalarla halkın refah düzeyi düzeldi.

“Kıbrıslı Türkler kendini yapayalnız hissedecek”

KKTC'de gidiş çok iyi değil. Kıbrıs’ta bir barışa ulaşamamak ciddi bir risk taşıyor. Kıbrıs’ın güneyi de kuzeyi de Kıbrıs Türk halkına yabancı şeyler söylüyor. Yani Kıbrıs Türk halkı adete güneyinden ve kuzeyinden bir cendereye sıkıştırıldı; ‘kırk katır mı kırk satır mı’ tercihine zorlanıyor. Genç nüfus, işsiz olduğu için yurt dışına göç ediyor. Başta Türkiye olmak üzere dış ülkelerden göç alınıyor. Oradaki demokratik yapının ve sosyal yaşamın bozulmasına neden olan gelişmeler, olaylar yaşanıyor. Kıbrıslı Türkler’in hiç alışık olmadığı cinayet, hırsızlık, uyuşturucu vs türü olaylar artık sıkça gazetelerde haber olarak görülmeye başlandı. Kıbrıs Türk halkı bu cendereye sıkıştırılıyor olmaktan çok rahatsız. İşçi ve çalışanlar dayatılan sosyal devleti ortadan kaldırmaya dönük programlardan ve yasal düzenlemelerden ciddi biçimde rahatsız.

Hele de bir de görüşmelerde Kıbrıs sorununa çözüm konusunda olumlu bir yaklaşım sergilenmezse Kıbrıslı Türkler kendilerini dünyada yapayalnız hissedecekler, diye düşünüyorum. Kıbrıs’ta acil ve kalıcı bir barışa ulaşabilmek, Rumlarla her anlamda eşit bir ortak olarak birleşik bir Kıbrıs oluşması hayali eğer gerçekleşmezse Kıbrıslı Türkler’in Osmanlı döneminden bu yana Kıbrıs’taki varlığı ciddi bir biçimde tehlikeye girer demektir ve bu endişeleri Kıbrıslı Türkler’in tamamı taşıyor.”