Ev İşçileri Sendikası başkanı Ayten Kargın'ın hizmet tespiti davası sürüyor:

 

Hayatımızı bırakıyoruz o evlerde

 

İMECE Ev İşçileri Sendikası Genel Başkanı ve aynı zamanda ev emekçisi olan Ayten Kargın'ın evine konuk olduk. 13 yıl boyunca aynı evde güvencesiz ve sigortasız olarak ev işçiliği yapan Kargın, hakkını alabilmek için 2013'ün Ocak ayında SGK'ya hizmet tespit davası açtı. Onunla, hayatını, ev işini, ev işçiliğini, dava sürecini ve kadın sendika başkanı olmayı, konuştuk...

 

    Söyleşi: Aylin Türer   

 

Ayten Kargın'la, bir akşamüstü, günübirlik çalıştığı ev işinden döndüğünde buluştuk. İkimiz de yorgunduk. Önce ortalıkta kalan yatak yorganı topladı Ayten Hanım, malum sabah işe erken gidiyor, diğer aile bireylerini uyarmasına rağmen ortalık biraz dağınık kalmıştı. Evinin salonla birleşen mutfağında sohbetimize başladığımız sırada eşi geldi, ancak o, salonda oturmayı tercih etti. Ayten Hanım'ın hazırladığı kahvaltılıklar ve çay eşliğinde devam eden sohbetimiz, hayli uzun ve sanki bir süredir birbirimizi tanıyormuşuzcasına sıcaktı. Ona teşekkür edelim buradan.

Ayten Kargın, 57 yaşında, üç çocuk sahibi bir kadın. İki çocuğu evli, biri bekâr ve beraber yaşıyorlar. İki de torunu var, biri 12, diğeri iki buçuk yaşında. 15 yıldır ev işinde çalışıyor. Daha önce uzun yıllar, mahalle arasında tuhafiye dükkânı işleten Ayten Hanım, işleri pek iyi gitmediği için dükkânı kapatmak zorunda kalmış. Ev işine nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “Tuhafiye dükkanını kapattığımda 43 yaşındaydım. O yaşta nereye gidip gelebilirsiniz ki? İlkokul mezunusun. Şimdi üniversite mezunu gençler iş bulamıyor, ben nasıl bulayım? İlk işe başladığım zaman eşim de taraftar değildi ev işine, yıpratıcı olduğu için. Kızım üniversiteye gidiyordu o zaman, mecbur çalışıyorsun. Aslında ben ev işinde çalışacağımı, uzun süre çalışacağımı düşünmüyordum, bir iki sene çalışırım bırakırım, diyordum. Ama 13 yıl, aralıksız aynı evde devam ettim...”

 

Ev işinde geçen 13 yıl

Ayten Hanım, 13 yıl boyunca çalıştığı evi, aynı sitede çalışan akrabaları vasıtasıyla bulmuş. Bu evde 13 yıl boyunca hangi işleri yaptığını sorduğumuzda, dinlerken dahi insanı “yorabildiğini” fark ediyoruz: “Sabah eve gittiğimde ilk başta evin mutfağını toparlıyordum. Yatağı yorganı kaldırıp, nevresim değişecekse nevresimi değiştiriyordum. Çamaşırları, bulaşıkları makineye atıp yıkıyordum. Elde yıkanacak bulaşık varsa elde yıkıyordum. Ocağı temizliyordum. Ütü yapıyordum. Pantolonun paçası sökülmüşse ya da gömleğin düğmesi kopmuşsa ve dikmemişsem, uyarılıyordum, bir daha olmasın diye. Benim evde dikiş makinem var, oradan bazen dikiş getiriyordum eve. Sökülen pantolonları falan evimde dikiyordum.”

İşverenlerinin ve evin bütün eksiklerini tamamlayan Ayten Hanım, şöyle devam ediyor: “İşverenin annesi geliyordu, bir-bir buçuk ay kalıp gidiyordu. Yaşlıydı, kendine bakamıyordu. Onun da yemeğini, banyosunu ben hazırlıyordum. Tırnağına kadar kesiyordum. En ağır yemekleri yapıyordum, elde açılan böreğe kadar. Evin bütün alışverişi bendeydi. Kadıköy'de evleri vardı, orada kaldıklarında ben de orada çalışıyordum. Şile'de de bir evleri vardı, yılda bir kaç sefer oraya da götürüyorlardı. Biz ev işçileri, kendi evimizin işini de kendimiz yaptığımız için ve bu da iş sayılmadığı için, sanki oradaki iş de, bu ev işi gibiydi. Onu iş olarak görmüyorsun sen. Sonra sonra fark ediyorsun kaç tane birden iş yaptığını. Bulaşık yıka, cam sil, ütü yap, yemek yap, alışveriş yap, halı sil, koltuk sil, duvar sil, köpeğine bak, yaşlısına bak...” Bütün bu birbirinden farklı ve ağır işlere rağmen, Ayten Hanım, yaptığı işin, “iş” olarak görülmediğini, hatta başlarda kendisinin bile böyle görmediğini sonradan farkına vardığını söylüyor. Gerçekten de ev işlerinin dünyanın her yerinde kadınlara mahsus doğal bir özellik ve gündelik basit işlermiş gibi görülmesi, hem ev işlerine verilen emeği görünmez kılıyor, hem de ev işçisini işçiden saymaması sonucunu doğuruyor.

İşçiden sayılmayan ev işçisi, işverenleri tarafından “aileden biri” olarak görülebiliyor. Nitekim Ayten Hanım'ın işverenleri de ona her zaman “Sen bizim akrabamız, kardeşimiz gibisin, sen bizim ailemizden birisin” gibi şeyler söylerlermiş. Ancak Ayten Hanım, onların bütün yükünü sırtında taşırken, kendisinin onlara ihtiyaç duyduğunda “aile üyesi olmaktan” çıktığını söylüyor. “Benim oğlumun kolu kırılmıştı. Onlar da tatile, kış gezmesine gidiyorlardı. Köpeğe de ben bakacaktım. Çocuk gibi bakıyordum ben ona. Telefonla aradım, oğlumun ameliyat olacağını, köpeğe bakamayacağımı söyledim. Onlar köpeği kimseye bırakamayacaklarını söylediler. Sabah Okmeydanı Hastanesi'nden geliyordum, köpeğin bakımını yapıyor, mamasını veriyordum, dışarı çıkartıyordum sonra tekrar geri hastaneye gidiyordum. O zaman anladım ben, aile falan değilim...”

Ev işçileri, sağlıksız ve güvenli olmayan ağır koşullarda çalışıyorlar. Ayten Hanım'ın da çalışmaktan kaynaklı dizlerinde, menisküs yırtığı, aşınma, kıkırdak kaybı var. Dizlerinden hala iğne oluyor. El bileklerindeki ağrı ve sancılardan ötürü, kollarından kortizon alıyor. Velhasıl, Ayten Hanım'ın işten kaynaklı sağlık problemleri çok fazla; “Yok, yok yani. Sen bakma böyle durduğuma, diyorlar ya '40 yama var, birini çekse hepsi aşağı düşecek' aynen öyle...”

Yedi yıl, haftanın 5 günü çalışmış ve aylık ücret almış. Yedi yıl sonunda bakmakla yükümlü olduğu köpek ölünce, Ayten Hanım'ın iş yükü azalmış ve işverenler, haftada beş gün olan iş gününü üç güne düşürmüşler. Tabi aynı zamanda Ayten Hanım'ın maaşı da birden düşüvermiş ve o zamanlar, çocukları da okuduğu için, çok zor durumda kalmış. 2012 yılında ise Ayten Hanım'ın eşi çok ağır bir hastalık geçirmiş ve üç ay hastanede yatmış. Bu sırada eşinin yanında kalan Ayten Hanım, işverenlerinin bu üç ay boyunca bir kere bile ziyarete gelmediğini, bir ihtiyaçları olup olmadığını sormadıklarını söylüyor. “Üç ay sonra eve geldik. Kapıya geldi arabayla. Bir miktar para koymuş zarfa, bana uzattı. Ben de 'Ne o? İhtiyacım yok' dedim. Sonuçta üç ay çalışmamıştım neden para alayım! 'Sen al, gündelik geldiğinde düşeriz' dedi. Sonra ben, haftada bir gün gitmeye başladım. Ama benim yerime eski kapıcının eşini almışlardı. Haftada bir o, bir de ben, iki kadın gidiyordu eve. Ama yemekleri ben yapıyordum. Sonra birdenbire bana '15 günde bir gel, öbür kadına söylersek küser bize' dediler. Ben ağlamaya başladım... 'Ben küsemez miyim?' dedim. Ben de küsebilirim. Ama ben çok kötü küserim dedim.”

 

Dava süreci zor oldu...

Böylece Ayten Hanım yıllarca güvencesiz ve sigortasız çalıştığı işini kaybetmiş ve de kırılmış. Bundan sonra da hiç pes etmemiş. Sendika ve dava süreci işte böyle başlamış... “Sonra ben araştırmaya başladım. Bazen böyle avukatların bürosuna giriyor, durumu anlatıyordum. Ama hiç pes etmedim. Bir gün internete baktım. İMECE Ev İşçileri Sendikası diye bir şey çıktı önüme. Ama Kurban Bayramı'ydı. Bir sabit telefon vardı. Kimse çıkmadı tabi. Baya bir sonra, biri beni aradı cep telefonumdan. Dedi ki 'beni aramışsınız'. 'Hayır, ben sizi aramadım' dedim. 'Hayır, siz beni aramışsınız. Ofisi aramışsınız ama benim telefonuma bağlı' dedi. Serpil Hoca'ydı. Şu anda sendikamızın mali sekreteri olan Serpil Kemalbay. Ben de anlattım, böyle böyle bir sorunum var, ne yapacağımı, nereye başvuracağımı bilmiyorum dedim. 'Biz sana yardım etmeyeceğiz de kime yardım edeceğiz' dedi. Ofise gittim. O kadar heyecanlı gitmişim ki oraya! Ondan sonra eğitimlerle filan onlarla beraber çalışmaya devam ettim. Sanki ben, aradığımı bulmuşum gibi yani! Dava umurumda bile değil! Davayı ise tanıştıktan bir ay sonra açtık. Ama çok zor oldu dava süreci.”

Ayten Kargın, 2014'ün Ocak ayında, ev işverenleri ve SGK aleyhinde hizmet tespit davası açtı. Şu ana kadar 3 duruşması görülen davada, Ayten Hanım'ın 13 yıl boyunca çalıştığı evin bulunduğu siteye giriş ve çıkışlarının tespitinin yapılması gerekiyor. Bunun için de site yönetiminin bu giriş çıkış kaydını mahkemeye göndermesi ve orada sigortalı olarak çalışan birinin Ayten Hanım'a şahitlik etmesi gerekiyor. Ayten Hanım, bu süreçte de bir çok zorlukla karşılaşmış: “Sitedeki güvenlik görevlileri ya da apartman görevlilerinin, bana şahitlik yapması lâzım. Ben bunun için oraya gittiğimde hep beni oradan kovdular, o güvenlikçiler. Dediler ki 'bu zor, sen şaşırmışsın kendini, nasıl böyle bir şey yapıyorsun! Kazanamazsın, baştan kaybedersin, avukat parası boşuna verirsin.' Hep umutsuzluğa ittiler beni. Ben pes etmedim. Her gün gidiyordum ben oraya, müdüriyete kadar...”

Yaklaşık bir milyon ev işçisinin olduğu tahmin edilen Türkiye'de kayıtlı ev işçisi sayısı oldukça düşük. Ev işçileri, İş Yasası kapsamına alınmadığı için işçi sayılmıyor ve dolayısıyla işçi haklarından yararlanamıyorlar. Bu yüzden Ayten Kargın'ın 13 yıllık kaybolan haklarını almaya dönük açtığı dava, Türkiye'deki bütün ev işçilerinin geçmişe yönelik sigorta haklarını kazanmaları konusunda önemli bir işlev görecek. “Röportaj verdiğim bütün kanallar davadan önce beni arıyorlar! Bizim sendikayı da arıyorlar, 'Biz nasıl dava açacağız?, Yardım eder misiniz?' diye. Gidiyoruz, konuşuyoruz, cesaret veriyoruz. Bu dava ilk olacak ev işlerinde! Kendimle gurur duyuyorum ya! İyi ki de açmışım yani!”

 

Başkanlık ve sendika çalışmaları

Ayten Kargın, 16 Haziran 2014'de İMECE Sendikası Genel Başkanı seçilmişti, ona başkanlık sürecini de sorduk: “Eşim ilk başlarda istemiyordu. 'Ben bir adım attım. Şimdi destekliyor ama. Ben nasıl sendikayla beraber değiştim, o da benlen beraber değişti. Bu kadarını da beklemiyordum. Şimdi güzel bir şey yapıyoruz biz. Birinin beni arayıp da 'ben de ev işçisiyim yardım eder misiniz?' demesi bile 'aa biz ne kadar güzel bir şey yapıyoruz' dedirtiyor.” Ayten Hanım'nın heyecanı ve enerjisi, hakikaten insanı etkiliyor: “Mesela eğitimler başladı. Üçüncüsü ayın 22'sinde olacak. Bunlar çok önemli. Biz, ev işçilerini alıp götürüyoruz bu eğitimlere. 'Külkedisi Değil, Ev İşçisiyiz' diye bir belgesel çekilmişti. Üç, dört üniversitede gösterildi. Bunlara biz de davet edildik. Bir çoğuna gittim. Üniversitede gidiyoruz, ev işçilerini tanıtıyoruz! Öğrenciler geliyor bize, ders konusu olmuş üniversitede!”

Ayten Kargın, uluslararası etkinliklere de katılmış: “Biz bir buçuk ay önce Dedeman Otel'de bütün Uluslararası ev işçileri sendikaları başkanlarının bir araya geldiği bir konferansa katıldık. Biz de gittik ama zor girdik içeri. Kartımı gösterdim, ben de Ev İşçisi Sendikası Başkanı'yım dedim. Bu toplantı bize neden kapalı? Türkiye'de yapılıyor ama Türkiye ev işçisi sendikası yok! Oranın sorumlusuyla konuştuk. Güzel bir yer ayırdılar bize. Ev işçisinin tanımını yaptım orada. Bütün yaptığımız işleri söyledim. Devletin bunu düzeltmesi lazım bir iş tanımı koyması lâzım, diyorlar. Bizde işverenler kamera koyuyor işçisini gözetliyor. Ama bazı ülkelerde öyle değil! Devlet kamera koyuyor, işçiyi güvence altına alıyor, başına bir şey gelirse diye.”

 

Sonuna kadar devam!

Ayten Hanım'ın açtığı hizmet tespiti davası devam ediyor. Siteye giriş çıkış kayıtlarının mahkeme kararıyla alındığı davanın 4. duruşması, 26 Şubat 2015'te, Kartal, Anadolu Adliyesi'nde görülecek. Çalıştığı günlerin belirlenmesi için bilirkişi raporunun mahkemeye sunulması bekleniyor. “Davayı kazanırsak, benim 13 yıllık sigorta primlerimi alırız. Çünkü ben dava dilekçemde günü gününe ne kadar gittiysem hepsini yazmışım maaşıma kadar. Bilirkişi bunu dikkate alırsa, işçinin emeğinin tarafında olursa ben kazanırım. İnsanlar bunun farkına varsın artık. Deterjanlardan bazen göğsüm nasıl sıkışıyor, parfüm kokusundan bile rahatsız oluyorum. Hayatımızı, emeğimizi bırakıyoruz biz o evlerde... Bizim hiç bir şeyimiz yok. Kazanırsak bu davayı eminim medyada falan da çok ses getirir. Benim çevremde de biliyorum 25 sene çalışan, parmakları ters dönen kadınlar hâlâ çalışıyor. Ne sigortaları var, ne bir şey... En azından bundan sonra çalışanlar sigortasız çalışmaz.”

Ayten Hanım'a birçok kez birileri “bu davadan vazgeç” demiş, ancak o, şunu söylüyor: “Ben davayı bir amaç uğruna açtım vazgeçmeyeceğim. Davayı kaybetsem de önemli değil. Böyle kazanmak daha güzel. Bana iki yıl önce deseler, sen bunları bunları yapacaksın ben asla böyle bir şeye inanamazdım yani. İyi ki de açmışım davayı sonuna kadar devam!” ■

 

(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 50, Ocak 2015)