Esnek ve güvencesiz çalışma çağında dayanışma:

 

İki Gün ve Bir Gece’nin Sandra’sı

 

  Sevda Bayramoğlu 

 

İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim.” (Richard Sennett)

Sandra, sosyal konuttan çıkıp krediyle ev almış iki çocuklu evli bir kadın. Geçirdiği depresyon yüzünden bir süre işinden izin almak zorunda kalmış. Sabahları uyanıp yataktan kalkacak hali yok. Nefesi kesiliyor, sürekli ağlıyor ve bir de böyle görünmekten utanıyor. Tam kullandığı ilaçlar yardımıyla ayağa kalkıp işine geri dönmek üzereyken de işten atıldığını öğreniyor.

İşverenin işten atmanın sorumluluğunu bile zoraki bir oylamayla işçi arkadaşlarının sırtına yüklediği Sandra kendini bir ‘hiç’ gibi hissediyor. Patron işçilere ya 1000 avroluk prim verme ile Sandra'nın işten çıkarılması arasında bir seçim yapmalarını istiyor. O kendisi ile ikramiyeleri arasında seçim yapmak zorunda bırakılan diğer işçiler karşısında mahçup. Onlara zarar verdiğini düşünüyor. Vazgeçse ve bu durumu kabullense büyük bir yükten kurtulacakmış gibi geliyor. Ama bu yükten kurtulmak demek, bu sefer iki çocuğu ve kocasını yeni evin kredi borcuyla baş başa bırakmak demek. İki Gün ve Bir Gece’nin en güçlü yanı işverenin Sandra’yı işten atma sorumluluğunu dahi üzerine almayarak bunu işçilerin vicdanıyla ilgili bir mesele haline dönüştürmeyi başarmış olması bence.

Sandra’nın en yakın arkadaşı, patronu ikinci bir oylama için ikna ediyor. Yapılan ilk oylamada işçilerin 16’sından 14’ü onun gitmesi yönünde oy kullanmış.

Şimdi Sandra iki gün içinde beraber çalıştığı 16 kişiyi tek tek bulup “işte kalmam için oy kullan” demek zorunda. Yani onlara “bin avroluk primi değil beni seçin” demeli.

Sandra ‘dayanışma’nın neredeyse imkânsız göründüğü koşullarda çalıştığı iş arkadaşlarıyla belki de ilk kez gerçekten iletişim kuruyor. O bunu yaparken biz de her birinin hayatına göz atma fırsatı buluyoruz. Sandra'ya farklı farklı tepkiler veren iş arkadaşlarının hayatları ise bir o kadar aynı. Haftasonları yapılan ek işler, ödenmesi gereken krediler, borçlar, yeni evlerin ve çocukların masrafları.

Kapı kapı gezerken defalarca, onun olanı başkalarından çalıyormuş ya da dileniyormuş gibi hissediyor, eziliyor, paramparça oluyor Sandra. Düşe kalka acı çekerek kâh umutsuzluğa düşerek kâh umutlanarak devam ettiği bu yolculuğun sonunda ise adeta “sihir gibi” bir şey oluyor; son karede yüzünün ifadesi değişen, omzundaki yükten kurtulmuş gibi ayağa kalkan Sandra'nın hayat enerjisi ve devam etme arzusu geri dönüyor. İlaçların bile yapamayacağı kadar güçlü ve hızlı bir biçimde hem de.

 

Mücadelenin iyileştirici etkisi

Sandra iki günlük maratonun sonunda 14 karşı oyu 8’e düşürüyor. Ama asıl müthiş olan ‘hiç’ olma duygusundan kurtulmuş olması. Adeta sihirli bir değnek dokunuyor Sandra'ya. İşveren filmin sonunda bir başkasını işten çıkartarak işini geri verebileceğini söylediğinde, bu teklifi geri çevirebilecek kadar güçlü artık Sandra. Bunu da daha ahlâklı ya da daha vicdanlı olduğu için yapmıyor asla; kendisi de dahil herkes için mücadele etmenin iyileştirici etkisini hissediyor çünkü.

Belki başka bir yazının konusu olabilir ama söylemeden geçemeyeceğim. Sandra'nın işçi arkadaşlarına hiç öfkelenmeden, onları da yürekten anlayan hisseden bir tutumla kurduğu samimi ilişki çok çarpıcı. Ana karakter kadın değil de erkek olsaydı nasıl bir hikâye izlerdik diye düşünmeden edemedim. Kanaatimce başka bir hikâye olurdu.

“İşsizlik, yalnızca geçinme güçlüğü, borçlanma ve ‘yaşam standardı’nın düşmesi anlamına gelmez, işsiz kalan işçinin aynı zamanda duygu dünyası da etkilenir ve dönüşür” diyor Aksu Bora, “işsizin duygu dünyası” konulu makalesinde. Bora’nın tarif ettiği kendini değersiz, başarısız hissetme, özsaygı kaybı, geri çekilme, görünmez olma arzusu, intihar fikri gibi duygular İki Gün ve Bir Gece’nin Sandra’sının duyguları tam da. Sandra rahatlıkla herhangi birimiz olabilir; filmin başındaki Sandra’nın ruh hali bu zamanların ruh hali.

 

Sistem kayıtsızlık aşılıyor

Bu zamanlar nasıl zamanlar mı? Sendikalar ve sosyal hak taleplerinin hızla güç kaybına uğradığı, çalışma koşullarının güvencesizleşip geçici ve ‘eğreti’ istihdam süreçlerinin yaygınlaştığı zamanlar. Ne mi oldu bu zamanlarda? Çalışan yoksullar ordusu büyüdü de büyüdü. Çalışanların konumu yapısal olarak güvencesizleşti.

“Karakter Aşınması’ kitabında esnek ve güvencesiz çalışmanın doğrudan insanın karakterini ve insan ilişkilerini nasıl aşındırdığını inceleyen Richard Sennett şöyle diyor: “Sistem insanlara kayıtsızlık aşılıyor. Organizasyonlarda karşılıklı ihtiyacı ortadan kaldırarak da güvensizlik aşılıyor. Ayrıca, kurumları yeniden tasarlayıp, bütün çalışanları her an vazgeçilebilecek bir duruma getirerek bunu yapıyor. Bu uygulamalar, insanın önemli ve başkalarına yararlı olduğu duygusunu apaçık ve vahşi bir biçimde baltalıyor.”

Sandra ve beraber çalıştığı işçi arkadaşları günlük yaşamın sıradan olayları dışında önemli ve kritik bir durumla karşılaşıyor; bir seçim yapmak zorunda kalıyorlar. Tıpkı Fransız filozof Alain Badiou'nun, “İnsan günlük yaşamı içerisinde yaptıkları ile sınırlayan ve buna dair bir "iyi ile kötü" kavramsallaştırması sunan insan hakları evrensel beyannamesi insani olan esas unsuru göz ardı etmiştir. Halbuki insana yakışacak olan hayatında karşılaşacağı önemli vak'alar (aşk gibi devrim gibi..) anında yaptığı seçimler ile kendini yeniden kurmasıdır. Çünkü insan ancak kendini yeniden kurduğu vakit insan olarak varolabilir” dediği gibi.

Şair Paul Celan;

Tutarsızlıklara

Dayan:

iki parmak şıklıyor

uçurumda, bir

dünya kımıldıyor

ganyan kağıtlarında, her şey

sana bağlı

demiş ya; bunu aklımızda tutalım: hakikaten her şey sana bağlı. ■

 

Kaynaklar:

Aksu Bora, “Çalışmakla Var Olacağım Gibi…”, Boşuna mı Okuduk? Türkiye’de Beyaz Yakalı İşsizliği, haz. Tanıl Bora, Aksu Bora, Necmi Erdoğan, İlknur Üstün, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2011)

Richard Sennett, Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri, çev., Barış Yıldırım (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2010)

 

(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 50, Ocak 2015)